Hayatımızdaki Facebook
Sare Şanlı
İlk çıktığı günlerde ilkokul arkadaşlarımızı bulma hevesiyle saldırdığımız zavallı Facebook’u son yıllarda kötülemeyen kalmadı. Olumlu ya da olumsuz neler olmadı Facebook sayesinde? Arap baharı gibi siyasi önem taşıyan toplumsal olaylardan, yıkılan yuvalara, bozulan dostluklara kadar birçok günlük olayın yolu Facebook kanalından geçer oldu.
Geçenlerde bir akrabam, “Günde on kez bilgisayarın kapağını açarken günde bir kez bile Kitabımız Kur’an’ı açmıyoruz ya, yazık bizlere” demişti. Gerek bilgisayardan, gerek telefondan sürekli akıp giden paylaşımları, gelen mesajları, yeni çıkan oyunları, etkinlik duyurularını sık sık takip etme dürtüsü ile Facebook dünyası ciddi bir bağımlılık yaratıyor ve bu bağımlılık sayesinde insan gerçek dünyadan ve asli sorumluluklarından uzaklaşıyor.
Guy Debord “Her şey ya da her faaliyet gösterilme gücüyle değer kazanır duruma gelmiştir” diyerek Facebook’u mu öngörüyordu acaba? Zira Facebook’ta her şeyi görünür hale getirip, seyredilebilir kılıyoruz. Hesabı açtığım ilk günlerde anladım ki, bir paylaşım ne kadar seyredilebilirse o kadar ilgi görür. Seyredilebilirliğin ölçütü ise üzerinde kafa yormayı gerektirmeyen duyguları harekete geçiren eğlenceli ya da acıklı ve anlık boşluğu dolduran nitelikte olmaktır.
Sıradan yazı karakteriyle yazılmış bir yazı asla gereken ilgiyi toplamaz. Aynı yazıyı renkli ve resimli bir zemine oturtup, iri puntolarla yazdığınızda görünür kılar ve paylaşımınızı değerlendirirsiniz.
Bilgi içerikli paylaşımlar, uzun yazılar, makaleler ve ilmi araştırmalar kolay kolay ilgi görmez.
Facebook iletiler arasında hızla dolanma mekânıdır; her bir iletiye özenle vakit ayrılmaz. Akıp giden iletiler ancak göze hitap ettiği sürece ilgi bulur.
Fotoğraf ve video ise en çok ilgi gören paylaşımlardır. Yazı gibi okumanız ve düşünmeniz gerekmez. Yalnızca izlersiniz.
Zaten hep aynı videolar, aynı fotoğraflar, aynı fıkra/espri/karikatürler, aynı şarkılar, aynı yorumlar paylaşılır ve her seferinde arkadaşınız kırılmasın, aman ayıp olmasın diye “beğen”irsiniz.
Şahsi paylaşımlara gelince gösterilme gücü daha farklı bir şekilde karşımıza çıkar. Bu defa kişi, gezip gördüğü mekânı, tatil yaptığı beldeyi, yemek yediği veya kahve içtiği lüks ortamı yansıtma gayreti içine girer. Bunu yaparken amaç bilgi vermek değil, neler yaptığını, nerelerde takıldığını göstermektir.
Şahsi paylaşımlara gelince gösterilme gücü daha farklı bir şekilde karşımıza çıkar. Bu defa kişi, gezip gördüğü mekânı, tatil yaptığı beldeyi, yemek yediği veya kahve içtiği lüks ortamı yansıtma gayreti içine girer. Bunu yaparken amaç bilgi vermek değil, neler yaptığını, nerelerde takıldığını göstermektir.
Çekilen fotoğraflardan ille de yan profilden ve hafif gülümsemeyle verilmiş pozlar paylaşılır. Şayet bir gönül birlikteliği varsa ille de yanak yanağa, kucak kucağa çekilmiş bir fotoğrafla büyük aşk Facebook âlemine gösterilir. Siz de karşı tarafa resmi gördüğünüzün mesajını iletmek için basarsınız “beğen” butonuna.
Gelelim Facebook’ta gösterilmek istenen arkadaşlıklara. Bakmayın siz o arkadaş listelerindeki kalabalık sayılara, sizi cidden dikkate alanlar o sayının onda biri bile değildir.
İnsanın lise sıralarından, eski mahallesinden arkadaşlarını ve uzakta yaşayan akrabalarını bulup halini hatırını sorabilmesi, onların hayatlarındaki değişikliklerden haberdar olabilmesi kesinlikle iyi bir fırsat. Lakin ilk selamlaşma sonrası birbirinin arkadaş listesinde bulunmanın ötesinde bir ilişki tutturabilenlerin sayısı çok fazla olmuyor ne yazık ki.
Yüz yüze görüşemeyen insanların Facebook’taki arkadaşlarında samimiyet izlerine rastlamak çok zor. Zaten etkinlikleri haber veren sistem ile doğum günü tebrik etmek ve rasgelen bir paylaşıma “beğen” yapmanın ötesinde bir ilişkiye geçilmiyor. Gerçek dünyada görüşmeye çabalamadığınız insanla sanal dünyada da bir yere kadar görüşüyorsunuz. Taziyenizi, geçmiş olsun dileklerinizi, tebriklerinizi de klavyenizin soğukluğu ile birlikte yolluyorsunuz.
“İnternetin insanı dost sıcağından yüz yüze yarenlikten alıkoyan ve yalnızlaştıran bir doğası var. Siberalem televizyondan farklı olarak bir imgeyi izlediğimiz duygusu yerine, bir dünyanın içinde bulunduğumuz yanılsamasına yol açıyor.” * Bu yüzden etrafımızdaki insanlarla iletişim araçlarını kullanarak görüşmeyi abur cuburla karın doyurmaya benzetiyorum. Ana yemek yemeden (hani sıcak bir çorba, taze fasulye, yanında pilav ve salata) karnımız nasıl tam anlamıyla doymazsa yüz yüze görüşmeden de gerçek iletişimi sağlayamadığımız aşikâr.
Sanırım birçok kişi için durum aynı: Facebook’la da olmuyor Facebook’suz da…
*Kemal Sayar/ Kalbin Direnişi (Timaş y.)
*Kemal Sayar/ Kalbin Direnişi (Timaş y.)