10 Haziran 2013 Pazartesi

HAYATIMIZDAKİ FACEBOOK

Hayatımızdaki Facebook

 Sare Şanlı
İlk çıktığı günlerde ilkokul arkadaşlarımızı bulma hevesiyle saldırdığımız zavallı Facebook’u son yıllarda kötülemeyen kalmadı. Olumlu ya da olumsuz neler olmadı Facebook sayesinde? Arap baharı gibi siyasi önem taşıyan toplumsal olaylardan, yıkılan yuvalara, bozulan dostluklara kadar birçok günlük olayın yolu Facebook kanalından geçer oldu.
Geçenlerde bir akrabam, “Günde on kez bilgisayarın kapağını açarken günde bir kez bile Kitabımız Kur’an’ı açmıyoruz ya, yazık bizlere” demişti. Gerek bilgisayardan, gerek telefondan sürekli akıp giden paylaşımları, gelen mesajları, yeni çıkan oyunları, etkinlik duyurularını sık sık takip etme dürtüsü ile Facebook dünyası ciddi bir bağımlılık yaratıyor ve bu bağımlılık sayesinde insan gerçek dünyadan ve asli sorumluluklarından uzaklaşıyor.

Guy Debord “Her şey ya da her faaliyet gösterilme gücüyle değer kazanır duruma gelmiştir” diyerek Facebook’u mu öngörüyordu acaba? Zira Facebook’ta her şeyi görünür hale getirip, seyredilebilir kılıyoruz. Hesabı açtığım ilk günlerde anladım ki, bir paylaşım ne kadar seyredilebilirse o kadar ilgi görür. Seyredilebilirliğin ölçütü ise üzerinde kafa yormayı gerektirmeyen duyguları harekete geçiren eğlenceli ya da acıklı ve anlık boşluğu dolduran nitelikte olmaktır.

Sıradan yazı karakteriyle yazılmış bir yazı asla gereken ilgiyi toplamaz. Aynı yazıyı renkli ve resimli bir zemine oturtup, iri puntolarla yazdığınızda görünür kılar ve paylaşımınızı değerlendirirsiniz.
Bilgi içerikli paylaşımlar, uzun yazılar, makaleler ve ilmi araştırmalar kolay kolay ilgi görmez. 
Facebook iletiler arasında hızla dolanma mekânıdır; her bir iletiye özenle vakit ayrılmaz. Akıp giden iletiler ancak göze hitap ettiği sürece ilgi bulur.

Fotoğraf ve video ise en çok ilgi gören paylaşımlardır. Yazı gibi okumanız ve düşünmeniz gerekmez. Yalnızca izlersiniz.
Zaten hep aynı videolar, aynı fotoğraflar, aynı fıkra/espri/karikatürler, aynı şarkılar, aynı yorumlar paylaşılır ve her seferinde arkadaşınız kırılmasın, aman ayıp olmasın diye “beğen”irsiniz.
Şahsi paylaşımlara gelince gösterilme gücü daha farklı bir şekilde karşımıza çıkar. Bu defa kişi, gezip gördüğü mekânı, tatil yaptığı beldeyi, yemek yediği veya kahve içtiği lüks ortamı yansıtma gayreti içine girer. Bunu yaparken amaç bilgi vermek değil, neler yaptığını, nerelerde takıldığını göstermektir.
Çekilen fotoğraflardan ille de yan profilden ve hafif gülümsemeyle verilmiş pozlar paylaşılır. Şayet bir gönül birlikteliği varsa ille de yanak yanağa, kucak kucağa çekilmiş bir fotoğrafla büyük aşk Facebook âlemine gösterilir. Siz de karşı tarafa resmi gördüğünüzün mesajını iletmek için basarsınız “beğen” butonuna.

Gelelim Facebook’ta gösterilmek istenen arkadaşlıklara. Bakmayın siz o arkadaş listelerindeki kalabalık sayılara, sizi cidden dikkate alanlar o sayının onda biri bile değildir.
İnsanın lise sıralarından, eski mahallesinden arkadaşlarını ve uzakta yaşayan akrabalarını bulup halini hatırını sorabilmesi, onların hayatlarındaki değişikliklerden haberdar olabilmesi kesinlikle iyi bir fırsat. Lakin ilk selamlaşma sonrası birbirinin arkadaş listesinde bulunmanın ötesinde bir ilişki tutturabilenlerin sayısı çok fazla olmuyor ne yazık ki.

Yüz yüze görüşemeyen insanların Facebook’taki arkadaşlarında samimiyet izlerine rastlamak çok zor. Zaten etkinlikleri haber veren sistem ile doğum günü tebrik etmek ve rasgelen bir paylaşıma “beğen” yapmanın ötesinde bir ilişkiye geçilmiyor. Gerçek dünyada görüşmeye çabalamadığınız insanla sanal dünyada da bir yere kadar görüşüyorsunuz. Taziyenizi, geçmiş olsun dileklerinizi, tebriklerinizi de klavyenizin soğukluğu ile birlikte yolluyorsunuz.

“İnternetin insanı dost sıcağından yüz yüze yarenlikten alıkoyan ve yalnızlaştıran bir doğası var. Siberalem televizyondan farklı olarak bir imgeyi izlediğimiz duygusu yerine, bir dünyanın içinde bulunduğumuz yanılsamasına yol açıyor.” *  Bu yüzden etrafımızdaki insanlarla iletişim araçlarını kullanarak görüşmeyi abur cuburla karın doyurmaya benzetiyorum. Ana yemek yemeden (hani sıcak bir çorba, taze fasulye, yanında pilav ve salata) karnımız nasıl tam anlamıyla doymazsa yüz yüze görüşmeden de gerçek iletişimi sağlayamadığımız aşikâr.
Sanırım birçok kişi için durum aynı: Facebook’la da olmuyor Facebook’suz da…
*Kemal Sayar/ Kalbin Direnişi (Timaş y.)

5 Haziran 2013 Çarşamba

EĞLENDİREN HABERCİLİK

Eğlendiren habercilik!

 Sare Şanlı
Gündemden haberdar olma telaşımız yüzünden haber okumadan/dinlemeden/izlemeden rahat edemiyoruz. Haberdar olmazsak bir şeyleri kaçıracağımız hissi fena halde baskılıyor bizi. Üstelik çok ciddi bir iş yapıyoruz haberleri takip ederek. Bizim niyetimiz ciddi olmasına ciddi ama, gündemi sunanların ciddiyetini sorgulamak gerek.

Özel kanalların, kitle ve web gazetelerinin sayılarının artması sonucu ülkemizde habercilik anlayışı uzun süredir ciddiyet ve seviyeden uzak.  Zira “haber ve bilgi” almak yerineticarileştirilmiş ve basitleştirilmiş “veriler” alıyoruz. En hayati, en mühim meseleler dahi mevcut habercilik anlayışı ile magazin süzgecinden geçirilerek, yutulması kolay lokmalar halinde sunuluyor.

Amaç haber üzerinde düşündürmek ve kapsamlı bir bilgi aktarmak değil, bilakis çiğnemeden yutturmak ve sindirilmeden zihinden atılmasını sağlamak. Haberin ciddiyetini ve gerçekliğini azaltmak, haberin kendisinden çok aktörlerini ön plana çıkarmak ve aktörleri basitleştirmek medyanın asli görevlerindendir. Politikacıların özel hayatlarıyla gündeme getirilmesini nasıl açıklayabiliriz?

Haber bültenlerinde ne miktarda bir ciddiyetten bahsedebiliriz? En kanlı, en yürek burkan görüntülerin ardından sevimli köpeğiyle kameralara poz veren bir ünlünün haberini izledikten sonra bir önceki haberin ciddiyetinden ve gerçekliğinden anladığımız nedir? Peki ya gazeteler? Suriye’de öldürülen bebeklerin fotoğraflarıyla, popüler bir dizinin meşhur oyuncusunun aldığı milyon dolarlık saatin kapladığı yer hemen hemen aynıdır. Doğal olarak ikisine verilen tepki ve zihinlerdeki algı arasındaki fark da olabildiğince azdır.

Habercilik anlayışında içi boşaltılmayacak, eğlence konusu yapılmayacak hiçbir şey yoktur. Kutsallığı tartışmasız Ramazan ayında çoğu kanal geleneği hiç bozmaksızın, aynı sağlık uzmanlarını aynı açıklama ve uyarılarla tekrar tekrar ve tüm ay boyunca bültenlerinde sunmaya devam eder. Verilen sağlık önerileri, iftariyeliklerin fiyatları, bayram tatilinin süresi gibi konular işlenerek Ramazan aynının içi özenle boşaltılır.

Kurban bayramları da aynı kadere mahkûm edilir. Bu defa eti pişirme teknikleri anlatılır bültenlerde yahut sahibinden kaçan boğaların görüntüleriyle oyalanırız.

Sunulan her haber izleyici eğlendirmek üzere tekrar şekillendirilir. Çünkü; Eğlence televizyondaki her türlü söylemin üst ideolojisidir. Neyin gösterildiğinin yada hangi bakış açısının yansıtıldığının hiçbir önemi yoktur, her şeyin üstünde tutulan varsayım hepsinin bizim eğlenmemiz ve haz almamız gözetilerek sunulmasıdır. …Açık bir dille ortaya koyarsak, haber programı bir eğitim ve bir düşünme değil, bir eğlenme çerçevesi sunar. [1]

Eğlendirmenin yanı sıra, habercilik anlayışı izleyiciye mümkün olduğunca çok sayıda haberi aktarmayı hedefler. Ne türden haberler olduğunun hiç önemi yoktur, amaç arka arkaya olabildiğince fazla veriyi iletmek, müzik, espri, reklamlar ve eğlenceli konuklarla birlikte müthiş bir seyirlik sunabilmektir.

“Ve şimdi de…” radyo ve televizyon haberlerinde o anda dinlediğiniz veya izlediğiniz şeylerden hemen sonra dinlenip izlenebilecek şeylerle en ufak bir ilintisinin olmadığını göstermek amacıyla yaygın biçimde kullanılan bir sözcüktür. Yani bir haber spikerinin “ve şimdi de” sözüyle zihinlerden silinemeyecek kadar vahşi bir cinayet, o kadar yıkıcı bir deprem, o kadar pahalıya patlayan bir gaf-hatta o kadar saç yolduran bir maç skoru- yoktur diyebiliriz. Haber spikeri bu sözle bir önceki konuya yeterince uzun zaman ayırdığınızı daha fazla o konuya kafanızı takmamanızı, dikkatinizi artık haberlerin yada reklamın başka bir parçasına yöneltmeniz gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır.”[2]

Haber bültenlerinin yahut gazeteleri okumanın sonunda izleyicinin elinde kalan kuru bir zihin ve göz yorgunluğudur. Sözde çok şeyden haberdar olmuş, gündemi takip etmiştir. Olanı biteni ne kadar kavramıştır? Edindiği bilgi sonrası nasıl hareket edecektir? Savaşlardan, cinayetlerden, yoksulluktan, açlıktan haberinin olması içtiği çayın tadından başka neyi değiştirmiştir? (Çoğu insan için çayın tadı da değişmemiştir.)

Başkalarının acısına odaklanmamız hedeflenmediği sürece bu bilgi bizim insanlığımıza nasıl hizmet edebilir?”[3]


[1] Televizyon: Öldüren Eğlence/Neil Postman syf 102
[2] a.g.e syf 114
[3] Bir Sevgili Gibi Yaşamak/Leyla İpekçi syf 237