Zihnin gurultularını duyabilmek
Sare Şanlı
Keşke karnımızdan gelen gurultuyu duyduğumuz gibi zihnimizden gelen gurultuları da duyabilseydik diye düşünürüm hep. Canımızın zeytin yağlı yaprak sarması, tiramisu, kakaolu muzlu pasta, ızgara köfte çekmesi gibi, aklımız da bir tarih sempozyumu, yahut Ortadoğu konulu bir konferans , bir yıllık İtalyanca kursu, küreselleşme üzerine yazılmış bir kitap, İslam Tarihi dersleri, çocuk eğitimi makaleleri çekebilseydi. Az önce yazdığım örnekleri okurken bile, çoğunuzun karnını acıktırdığımın farkındayım, belki de bir fincan kahve içip yanında da tiramisu yemek istediniz. Peki zihinlerinizi de acıktırabildim mi? Az önce verdiğim örneklere ihtiyaç duyduğunuzu düşünüyor musunuz? Bir kurs, bir seminer, bir kitap?
İhtiyaçlarımız noktasında hep maddi olanlara odaklanıp, hatta kilitlenip durduğumuz için, zihnimizin veyahut ruhumuzun beklentilerini görmez hale gelebiliyoruz. Bedenimizin sesi o kadar yüksek çıkıyor ki, ruhumuzun ve aklımızın sesini duyamıyoruz, onlara karşı gönüllü bir sağırlığımız var.
Çoğu insan bir çift kahverengi ayakkabının eksikliğini hissettiği kadar, haftalardır haber izlememenin ve ülkesinde nelerin olup bittiğini bilmemenin noksanlığını hissetmiyor. Evinin perdelerini yenileme isteği duyduğu gibi, lise yıllarında öğrenip, bir daha hiç tekrar etmediği mühim bilgilerin tozunu alıp, canlandırma isteği duymuyor. Onlarca gömleğine bir yenisi daha eklerken, “lazım olur, şimdi olmasa sonra giyerim” diye düşünürken, zaten nadiren uğradığı kitapçıdaki bir kitabı “evde daha okunacak çok kitap var” bahanesiyle satın almaktan vazgeçebiliyor.
Gazeteye, dergiye, kitaba, kurslara para harcarken mi daha rahatız, yoksa boğaz/deniz/orman manzaralı yemekler yerken, evimizin zaten yeni olan perdelerini/halılarını değiştirirken, kırmızı çantalarımıza bir farklı kırmızı ton daha eklerken mi? Alışverişte geçirdiğimiz saatler, yemek yapmak ve yemek için harcadığımız süre gözümüze çok görünmezken, bir sempozyum, kongre, sohbet veyahut faydalı bir etkinliğe giderken harcayacağımız ve o mekanda geçireceğimiz süreyi ne kadar fazla buluyoruz değil mi? Bir üniversite öğrencisinin “kitaba verdiğim paraya çok acıyorum, onun yerine bir kıyafete daha rahat para harcıyorum” demesine ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum…
Belki de bizi eğitimden ve zihinsel gelişimimizden yoksun bırakan, her şeyin maddi değerinin ölçü alındığı bir dünyada elimize somut bir şeyin geçmeyecek oluşu. Şayet katıldığımız seminer sonrası bir sertifika elde edecek ve o sertifika ile de iş bulabilecek yahut mevcut işimizdeki maaşımızı artırabileceksek, iş değişiyor. Sınavdan geçmek için kitap veya dergi almamız şart koşuluyorsa yine durum başka hal alıyor. Zihnimizi geliştirmeyi isterken, dünyayı ve kendi benliğimizi daha iyi anlamak, tanımak ve neticesinde Allah’a yaklaşmak gibi bir gayeden ziyade somut bir sonuç bekliyoruz.
Günümüz insanının bu konuda ne kadar zorlandığını kabul etmemek mümkün değil. Her tür maddi ihtiyacın reklamlarla, kampanyalarla gözümüze gözümüze sokulduğu, insanların dört bir taraftan tüketime teşvik edildiği bir dönemde, sözde medeniyetin gürültüsünden aklın ve ruhun ihtiyaçlarını duyabilmek herkesin harcı değil. Bizler böyle bir ihtiyaç hissetmeyelim diye fuzuli ihtiyaç miktarı artırılıyor. Bir çocuğa istediği şeyi unutturmak için yapıldığı gibi, çok sayıda farklı nesneyle ve yapaylıkla oyalanıyoruz bizler de. Ömrün sonuna varıldığında biriktirilmiş nesneler arasında atıl kalmış bir zihin ve besinsizlikten güçsüz düşmüş bir ruh kalıyor elimizde.
Ancak şartlar ne olursa olsun, Müslüman kimsenin ömrünü ne uğrunda harcadığına, aklını, bedenini, kazancını ne uğurda kullandığına dikkat etmesi gerekmiyor mu?
“Kıyâmet günü hiç kimse beş şeyin hesabını vermeden bir yere kıpırdayamaz:
1. Ömrünü nerelerde tükettiği,
2. Gençliğini nerelerde geçirdiği,
3. Malını nerelerden kazandığı,
4. Malını nerelere harcadığı,
5. İlmiyle ne tür ameller işlediği.” (Tirmizî )
2. Gençliğini nerelerde geçirdiği,
3. Malını nerelerden kazandığı,
4. Malını nerelere harcadığı,
5. İlmiyle ne tür ameller işlediği.” (Tirmizî )
İnancımız bahanelere, mazeretlere, nefsi açıklamalara yer bırakmayacak kadar net çizgiler çiziyor bize. Boş zaman diye bir kavram barındırmıyor, aynı şekilde kişiye malını, parasını boş yere harcama hakkını da vermiyor. Günümüzde de verdiğimiz en zor imtihanlar tam da bu konularda değil mi?
yayın : 10 Şubat 10:05