30 Ağustos 2015 Pazar

BİR SURİYELİ'NİN KAPISINI ÇALDINIZ MI?

BİR SURİYELİ’NİN KAPISINI ÇALDINIZ MI?

HAZİRAN 2015
SARE ŞANLI
Şu an Türkiye’de yaşayan yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteci var. Savaştan ve zalim rejimden kaçarak geldi bu insanlar ülkemize. Onları her yerde görüyorsunuz, hangi şehre hangi semte giderseniz gidin, bir Suriyeli ile karşılaşıyorsunuz.
Hepimiz gibi sıradan, mutlu hayatlar yaşarken, dağıldılar, parçalandılar. Aylarca, yılarca korkusuz sabahladıkları tek bir gün olmadı, evlerinden çıkamadılar, işlerine gidemediler. Anneler eskisi gibi sofralar hazırlayamadı çocuklarına. Çocuklar ne okullarına gidebildi, ne parklara. Zulüm nice masum insanın hayatını elinden alırken, geride kalanlara da yaşanacak bir hayat bırakmadı.
Kimi kadın eşinin bedeninden kopartılan başını gördü, kimi annenin yeni doğmuş bebeği gözünün önünde katledildi. Küçücük çocuklar akrabalarının, kardeşlerinin, anne babalarının öldürülüşünü seyretti. Uykular bomba sesleriyle bölündü. Herkes en sevdiğini bırakmaya mecbur kaldı. Eşini, çocuklarını, evini, ekip biçtiği tarlalarını, onca emek verdiği işini, gücünü… Çocuklar ailelerinden, oyuncaklarından, okullarından vazgeçti. Kendinizi onların yerine koyarak hiç düşündünüz mü? Yıllardır yaşadığınız vatanı terk etmek zorunda bırakılmayı aklınıza getirdiniz mi?
****
Yıllar evvel bir konferansta tanıştığımız Türkiye’de ikamet eden Suriyeli arkadaşımız, savaş gitgide dehşetini artırınca bu yıl ailesini de önce Hatay’a, oradan da İstanbul’a getirdi. Şanslıydı, ailesine ev tutabilecek ve geçimlerini sağlayabilecek kadar kazanıyordu. Israrla bizi yemeğe davet ettiğinde mahcup olup, zahmet vermek istemediysek de, daveti geri çevirmedik. Anne, baba, bir genç kız ve iki delikanlı vatanlarından, düzenlerinden kopup dilini bilmedikleri bir ülkeye, bir bilinmezliğe kaçmak zorunda kaldılar. Suriye’de son derece varlıklı bir hayat yaşayan aile İstanbul’un en çarpık semtlerinden birinde oturmaya güç yetirebildi. Hiç şikayet etmediler, en azından canları güvendeydi. Ancak akılları hep ülkelerinde kalacaktı, bunu biliyorlardı. Tüm tanıdıklarını, akrabalarını savaşın ortasından kaçırmak gibi bir şansları yoktu. Kendi canları güvende olsa da, her güne endişe içinde uyanıyorlardı. Sevdikleri, geride bıraktıkları ne kadar güvendeydi?
Ev soğuktu, faturanın fazla gelmesinden korktukları için kalın giysilerle oturuyorlardı. Arkadaşımızın yardımıyla biraz sohbet ettikten sonra anne hemen ikramda bulunmak için mutfağa geçti. Sofrayı hazırlamasına yardım ettim. Küçücük mutfağın, fayansları sararmış, alçak ve bakımsız tezgahında hazırladığı lezzetli yemekleri melamin tabaklarda sunmak zorundaydı. Bizim için zerre kadar önemi olmasa da o yaşta bir kadın için sunumun önemli olduğunu hissediyordum, nemli gözlerinden bunu anlamak zor değildi. Kendi ülkesinde geniş ve bakımlı mutfağında gönlüne göre hazırlık yapıp, hepsi özenle seçilmiş, porselen tabaklarda misafirlerine ikramda bulunurken, burada belki de hayatında ilk kez “eksik” olduğunu düşündüğü bir sofra kuruyordu. Yine de sofralarında misafir ağırlamaktan memnundular. Israrla yememizi istiyor, bizi rahat ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Yalnızdılar, en büyük oğulları hariç hiçbiri Türkçe bilmiyordu. Kayıt dışı geldikleri için iki delikanlı ve genç kız okula da gidemiyorlardı. Alışveriş dışında hep evdeydiler. Dil bilmeyince kendilerini ziyaret edebilecek bir çevre de edinememişlerdi. Atmış yaşını geçmiş anne ve babanın evde oturmalarını normal karşılasak da gençlerin bir yerlere gitmeleri gerektiğini düşündük. Çünkü artık buradaydılar. Kendimizce çözüm aradık, tanıdıklarımıza sorduk. Kalkmaya niyetlendiğimizde bir hayli oturduğumuzu fark ettik. Onlar da, biz de mutluyduk. Maddi bir beklentileri yoktu. İnsan arıyorlardı, dil bilmeseler de görüşecek, yüzlerine bakacak insan. Burada olduklarını bilen, varlıklarından rahatsız değil bilakis memnun olan, hallerini hatırlarını sorup ziyarete layık gören insanları bekliyorlardı.
*****
Mahallenizdeki, apartmanınızdaki Suriyelileri hiç fark ettiniz mi? Komşunuz, hemşehriniz olarak görmeyi denediniz mi hiç? Belki de çocuklarınızın sınıf arkadaşları olan küçük çocukların başını okşayıp, sevdikleri oyunları, dersleri sordunuz mu?
Gidin, mahallenizde oturan Suriyeli bir ailenin kapısını utanmadan, çekinmeden çalın. Hatta giderken tıpkı bir akrabanıza gider gibi çikolata alın, evinizde kek, börek yapın götürün. Hallerini, hatırlarını sorun anladıkları kadarınca. Bir dertleri olduğunda kapısını çalabilecekleri komşuları olduğunu bilsinler. Kabul edelim, bu insanlar burada bizimle yaşıyor artık ve belki de hiçbir zaman ülkelerine, evlerine dönemeyecekler. Biz üzerimize düşeni yapalım, insanlığımızı, Müslümanlığımızı ortaya koyalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder