Papalagi'nin sahip olma arzusu
Erich Scheuerman’ın “Göğü Delen Adam” adlı kitabını okurken kurgu olabileceğini düşünmeden edemiyorsunuz. Ama kitap, kendini uygarlığın merkezine alıp dünyanın geri kalanına medeniyetsiz muamelesi yapan Avrupalı’ya ilk kez dışarıdan bakılması ve samimi ifadelerle eleştirilmesi açısından önemli bir yapıttır.
Samoa’ya ilk misyoner yelkenliyle gelmişti. Yerliler beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüklerinden, beyaz adamın bir deliğin içinden çıkıp geldiğini düşünmüş ve bu yüzden beyaz adama “Papalagi” yani göğü delen adam demişlerdi. Samoalı yerli Tuiavii, Avrupa’ya gelip Papalagiyi kendi topraklarında gözlemleyince, döner dönmez tüm izlenimlerini halkına anlatmış ve Papalaginin kendilerini çektiği karanlığa düşmemek için onları uyarmıştı.
Tuiavii'nin gözlemleri arasında ilgimi en çok çeken beyaz insanın eşyaya bakış açısını ve mütemadiyen sahip olma tutkusunu ifade edişi oldu:
“Papalagi için iki “şey” vardır. Birincisi Büyük Ruh’un bizlere hiç göstermeden yaptığı ve bize hiçbir emeğe malolmayan Hindistan cevizi, muz, midye gibi şeyler. İkincisi ise insanların emek ve çaba harcayarak yaptıkları yüzük, yemek kabı ve sineklik gibi şeyler. Beyaz efendi “şey” dediğinde kendi eliyle yaptıklarını kasteder… Papalagi hep daha çok ve daha yeni şeyler tasarlar. Ardından bu yeni şeyleri elde etmeye çabalar…. Papalaginin elleri “şey” yapmaktan dinlenmeye fırsat bulamaz. Yüzleri yorgun ve acılıdır. Çoğu Büyük Ruh’un “şeylerini” görmekte zorlanır.”(1)
Tuiavii’nin bundan yaklaşık yüz yıl önce anlattığı beyaz insan ile bugünkü arasında hemen hemen hiç fark yok. Hayatı yaşamak yerine tüketmek gayesi içinde olduğunun farkına varamayan yalnızca Tuivaii’nin gördüğü Avrupalı ve Hıristiyan beyaz insan değil. Doğulusu da Batılısı da, ateisti, budisti, müslümanı da aynı artık. Dünyaca tüketim çarkının acımasız dişlileri arasında sıkışıp kaldık ve ruhlarımızı sahip olma arzusuyla kirlettik. Daha seküler oldukça daha mı tüketici olduk, yoksa daha tüketici oldukça mı daha sekülerleştik?
Durmaksızın “şey” üretme, onlara sahip olma ve sınırsızca biriktirme hevesimiz, Allah’ın bize dünyaya gelmemizle birlikte bağışladığı nice nimeti görme yetimizi kaybettirdi. Yeryüzünde gelip giden bir yolcu misali gölgelendiğimizi unutarak, asıl hedefimizden yavaş yavaş uzaklaştık. Tuiavii’nin eleştirdiği beyaz insanın üst modellerini geliştirdik. Allah’ın yarattığı nimetleri de beğenmeyip genetiğini değiştirerek bozduk onları. Ve sonunda yine kendimize zarar verdik.
Peki ya sahte(hayali,yapay) ihtiyaçlar üretirken yine kendimizi dipsiz bir kuyuya ittiğimizi anladık mı?
“Saçlarını düzeltmek için kaplumbağa kabuğundan bir tarak yapsa, o alet için bir de kılıf yapar, sonra o kılıfı koymak için küçük bir kutu ve küçük kutu için de daha büyük bir kutu… Teki bile yeterli olan bir şeyden bir sürü şey yapmayı becerir papalagi. Tek bir kulübede o kadar çok şey vardır ki, beyaz şeflerin çoğu yalnızca o şeyleri yerli yerine yerleştirmekten ve tozlarını temizlemekten başka işleri olmayan sürüyle erkek ve kadın çalıştırmak zorunda kalır.”(2)
Tuiavii evlerimizin, iş yerlerimizin, alışveriş merkezlerimizin ve kentlerimizin bugünkü halini görse, halkına kim bilir neler anlatacaktı? Anlamsızca tüketen, satın alan, yokluk endişesi ile istifleyen ve sonunda ömrünü tüketen insanların modern köleler olduğunu düşünecekti muhtemelen. Efendileri olan kapitalizmi, materyalizmi memnun edebilmek için ne çok çabaladıklarını görüp onları kurtarmak için bir şeyler yapmak isteyecekti belki de…
“Eğer insan çok fazla “şey”e gereksinim duyuyorsa bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.” (3) tespitiyle, bizim ne denli yoksul olduğumuzu yüzyıl önce söyledi Samoalı yerli.
Peki ya 1400 yıl önce söylenenler? Onları unuttuğumuz için bu halde değil miyiz zaten…
* Göğü Delen Adam / Erich Scheurmann /Ayrıntı y.
(1) A.g.e syf 44-48
(2) A.g.e syf 47
(3) A.g.e syf 46
Son Güncelleme Bugün | 12:33