19 Mart 2013 Salı

HİPERMARKETLERE İNAT


Hipermarketlere inat…


etiketler: sare şanlı hipermarket
Olmuyor, sevemiyorum koca AVM’leri ve içindeki dev hipermarketleri. Halbuki, arabanla git, gir, A’dan Z’ye ne eksiğin varsa hepsini aynı yerden temin et, sepete doldur, kartınla öde, arabanın bagajına koy, üst katında karnını doyur, harcaman gereken günlük vaktini tüket ve evine dön… Böyle olmuyor mu hep?
Yok, ben ille de küçük küçük dükkânlara giriyorum, nakit para ödüyorum, aradığım bir ürünü birinde bulamayıp, öbürüne soruyorum, elimde ayrı ayrı poşetlerle sokak sokak geziyorum.
Sokağın başındaki yufkacının her bir yufkayı özenle açışını, küçücük dükkânının her yerini kaplayan buram buram un kokusunu içime çekmeyi ve cüzdanda bozuk para aramayı seviyorum.
Kasaptan tavuk alırken, her gördüğümde biraz daha kilo aldığını fark ettiğim Gürbüz abinin güveçte tavuk tarifini dinlemeyi, köy yumurtalarını poşete kendim doldurmayı seviyorum.
İki sokak yukarıdaki pazara girip, meyveyi sebzeyi kilo hesabı almayı, üstelik tadına bakmayı, domatesin en iyisini seçmeye çalışan orta yaşlı teyzeleri seyretmeyi seviyorum. Bir tezgâhtan öbürüne geçerken, “her yerde var, ama böylesi yok”, “bu fasulyeyi yiyen bebekler, 6 ayda emekler” gibi naralarla sözlü edebiyatımıza katkı sağlayan(!) pazarcıların seslerini ayırt etmeyi bir de.
Vakumlu poşetlere sıkıştırılmış kuruyemişlere alışamıyorum. Taze çekilmiş kahve kokusunun tüm sokağı sardığı kuruyemişçiden, yüzer gram karışık yemişi “yine bekleriz” yazılı kese kâğıdında almayı seviyorum. Bozuk para yerine poşete bir iki tane sakız atılmasını bir de.
Bir tıkla eve siparişi çok daha kolay olsa da, kitaplarımı Nihat abinin küçük kırtasiyesinden getirtmeyi, birkaç gün siparişimin gelmesini heyecanla beklemeyi seviyorum. Her uğradığımda Nihat abinin çok satan kitaplarla ilgili yerinde eleştirilerini dinlerken, almayacağım dergilere dokunmayı, renkli defter kaplıklarını seyretmeyi bir de.
Yalnızca temizlik ürünleri satan dükkân var ya, hani köşeyi dönünce sağda, sıvı sabunun kola şişesine dökülmesini beklerken, Zarife teyzeye halıdaki lekeyi neyle çıkaracağımı sormayı seviyorum. Zekiye teyzenin araya girerek ‘eskiden külle temizlerdik’ diye başlayıp, arap sabununa övgülerle devam eden cümlelerini dinlerken, kullandığım onca kimyasalın zararlarını düşünüp hayıflanmayı bir de.
Soğuk sıcak demeden parkın girişine serdikleri kilimlerin üzerinde el emeği şapkaları, atkıları, eldivenleri satmaya çalışan teyzelerden, kullanmayacağım şeyleri başkalarına hediye etmek için almayı seviyorum. Kenarı oyalı yazmaları, havluları ve artık kimin kullandığını merak ettiğim lifleri seyretmeyi bir de.
Alt komşum Melahat teyzenin memleketten gelirken getirdiği tertemiz kurutulmuş, bez torbasından mis gibi kokusu yayılan naneleri, kekikleri almayı seviyorum. Ve Melahat teyzenin bitmek bilmeyen memleket özlemini dinlemeyi bir de.
Ayakkabım tamire ihtiyaç duyduğunda atıp yenisini almak yerine, Trabzonlu ayakkabıcıya götürmeyi, ayakkabım tamir edilirken sarı çorabımın siyah pantolonun altında ne kadar komik durduğunu seyretmeyi seviyorum. Dükkânda yankılanan Karadeniz türkülerini dinlemeyi bir de.
Yüzlerce insanın alışveriş yorgunu yüzleriyle tıkış tıkış doldurduğu AVM cafelerinde değil, ille de sekiz sandalyesi olan, televizyonunda hep haber kanalı açık duran köşedeki dönercide yemek yemeyi seviyorum. Ardından ince belli bardakta gelen taze çayın kokusunu bir de.
Toptan alışveriş yapıp evi küçük bir markete çevirmeyi değil de, biten şeker için komşumun kapısını çalmayı seviyorum. Kapı önünde dakikalarca süren sohbetimizi bir de.
Emeği seviyorum, kolayca ulaştığımızdan kıymetini bilmediklerimizi değil. Kapitalizme inat, küçük dükkânları, semt pazarlarını ve sokak satıcılarını bir de.
Son Güncelleme Dün | 11:37

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder