11 Mart 2013 Pazartesi

UMRE NOTLARI


Umre Notları


etiketler: sare şanlı umre
Umreden yeni döndüğümü ve henüz taze olan notlarımı sizlere aktarabilmek için bu yazıyı yazdığımı düşündünüz değil mi? İnşallah tekrarı nasip olur ama ben ilk umre ziyaretimi yaklaşık beş yıl önce gerçekleştirdim. Üstelik çok da manidar bir tarihte, çoğu insanın nikah, tören vb etkinlikler için bilhassa denk getirmeye uğraştıkları bir tarih olan 07.07.2007 tarihinde o kutlu yolculuğa çıkmak bana nasip oldu.

Peki neden şimdi kaleme aldığımı soracaksınız? Etrafımda sevdiğim çok sayıda insanın bu anlamlı yolculuğa çıkacak olması galiba beni de heyecanlandırdı. Tekrar o günlere, o ziyarette yaşadığım duygu ve düşüncelere dönmek istedim. Bu yüzden bu yazı, umreye hazırlananlara ve ziyaret etmiş olsa dahi, tekrar o diyarlara gitme özlemi duyanlara armağan olsun.
Umreye gidip gelenlerin klasik umre tavsiyelerindendir yanında şunu götür, bak bundan oralarda bulamazsın, şu kumaştan elbise diktir benzeri sözler. Bir de ikazları ve şikâyetleri olur, ah cennet vatanımız, vah pis Arapların kirlettiği kurak topraklar… Yapılan tavafların, kılınan namazların, edilen duaların miktarları anlatılır, şurada yapılan dua daha makbul olur, Kâbe’yi ilk gördüğünde ne dilersen Allah verir, orada iki rekat namaz kılarsan tüm günahların affolunur cinsinden daha nice söz söylenir. Benim söyleyeceklerim daha önce pek duymadığınız şeyler olacak inşallah.

Bu kutsal yolculuğun en güzel yanlarından biri, çok uzak diyarlardan gelen din kardeşlerimizle yan yana omuz omuza ibadet ediyor olmak, onlarla selamlaşmak, gönül bağıyla ve samimiyetle sohbet etmektir bana göre.  İlk günlerde tanıştığım Endonezyalı bir bayanla yaptığımız sohbette bana bu ziyaret ile ilgili ne düşündüğünü öyle güzel anlatmıştı ki, hala o anı hatırlayabiliyorum: “Biri, hep resmini gördüğünüz, hakkında birçok şey okuduğunuz, duyduğunuz, sizi seven ve sizin de onu çok sevdiğiniz ama kendisini hiç görmediğiniz bir yakınınız sizi buluşmaya davet ediyor. Heyecanla onu görmeye geliyorsunuz ve beklediğinizden çok daha fazla seviliyor ve sevdiğinizi anlıyor, kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorsunuz. Sanki tüm ömrünüz boyunca bu anı beklemiş gibi…” Uzun uzun düşündüm bu sözleri. Endonezyalı kız kardeşim ne kadar güzel ifade etmişti Kâbe ile buluşmasını.

Allah kulunu evine davet ediyorsa bunun sebepleri olmalıydı. Beytullah ve Resul’un ayak bastığı topraklarla tanışmak, o atmosferi solumak bu davetin sebeplerinden yalnızca biriydi. Diğer sebepler neydi? Yaptığımız ibadetlerin anlamını cidden kavrayabilecek miydim?

Ali Şeriati’nin Hacc isimli kitabını okumadan gitmiş olsaydım, çok şey kaçırmış olurdum. Zira Haccı okumak beni manen kutsal topraklara götürüp getirdiği gibi, ibadetin çok farklı boyutlarını anlamama da yardımcı olmuştu. Herkesin farklı bir anlayışı, anlatışı vardır ama Şeriati tavafı daha bir güzel anlatır bana göre: Kâbe’nin etrafında döner, ama içine girmezsin. Kalabalığa karışır ve kalabalık içinde kaybolursun. Allah’a yaklaşmak için insana yaklaşır ve insan selinin içinde kaybolursun. Hani âşıklara denir ya, maşukunun etrafında dört dönüyor, pervane oldu aşkından. Meğer bu sözün anlamını burada kavramak nasipmiş. Allaha olan aşkın sembolü imiş tavaf…

İbadetlerin ve Allah’ın evinde olmanın dışında, bu davetin başka sebepleri üzerinde düşündüm durdum Beytullah’a bakarken. Bizler evimizde kimleri ağırlamaktan memnunduk? Herkese açık mıydı kapımız? Allah evinde tüm kullarını ağırlıyordu. Bizim üstünü başını pis bulduğumuzu da, göreceli olarak cahil ve görgüsüz bulduğumuzu da, günahkâr olanı da ve daha nicelerini de... Yaratan bize tahammülü, birbirimizi kabullenmeyi ve sevmeyi öğretmiyor muydu? Pis bulduğunla yan yana, omuz omuza huzura duracaksın, görgüsüz dediğinle birlikte yürüyeceksin, günahkâr ile aynı havayı soluyacaksın! Müslüman kardeşine sabretmeyi ve onu anlamayı öğreneceksin, onu Yaratan’dan ötürü seveceksin. Zira birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olmayacağız, iman etmedikçe de cennete giremeyeceğiz.
 
 “Herkes kendi hikayesi ile döner, algısına, bakış açısına durduğu yere göre anlayabildiği ve anlamlandırabildiğince. Kimi herkes niye kendisi gibi giyinmiyor diye yadırgar, kimi namaz kılma şeklini, yeme içme adabını. Herkes aynı kültür ve medeniyetten gelmişçesine bir tekdüzelik beklentisi vardır. Bunun olmayışı da hep yanlışı karşı tarafta aramaktan kaynaklanır. En doğru bizim doğrumuzdur ne de olsa. Kutsal topraklara ziyaretler tekrarlandıkça ve her seferinde yeni yeni insanlar ve kültürlerle karşılaştıkça da eleştiri yerini anlayışa bırakır.” *

Umre yolculuğu din kardeşlerimizi tanımak için bir fırsattır ama daha da çok kendimizi tanınırız orada. Rutin hayatımızın telaşlı koşturmacası içinde kendimize sormaya fırsat bulamadığımız soruları yüksek sesle sorma imkânını o kutsal topraklarda muhakkak buluruz. Bu gidiş nereye? Ben ne için geldim dünyaya ve ne için yaşamaktayım? İşte hayatın akışına kendimizi bırakıp, dünyanın aldatıcı güzelliklerine dalıp gitmişken, kulluk bilincini kaybetmek korkusu ile yaşarken, omzu omzumuza değen diğer kardeşlerimizle birlikte yaptığımız tavaftır bizi kendimize getiren. İnsan selinin içinde yok oluşumuz, samimiyetle ettiğimiz duamızdır bizi titreten. Kul olduğumuzu hatırlatan ibadetler ve sekinet...

Tüm isteyenlere, gidip de özlemine dayanamayanlara Allah bu kutsal ziyareti ve onu hakkıyla anlamayı nasip etsin inşallah…
 
*Demet Tezcan (Yola Düşünce)
Son Güncelleme 4 Mart 2013 | 11:09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder