İhtiyaç korkusu
Devasa mobilyalardan ufak tefek süs eşyalarına, dolaplara sığmayan kıyafetlerden çekmeceler dolusu ıvır zıvıra kadar sahip olduğumuz gerekli gereksiz eşyalarımızdan kendimize yer bulamıyoruz evlerimizde. Bir türlü sığamıyoruz, sığdıramıyoruz…
Dolaplar, çekmeceler, bazalar, koltuk ve çekyat altları aylarca, hatta yıllarca kullanılmayan ne çok şeyi saklamak zorunda kalıyor! Oysa her birini de ihtiyaç olarak tanımlayıp, hevesle satın almıştık.
Çağdaş insan, bir şeyi satın alırken, ona gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sorgulamıyor. Harcadıkça ve tükettikçe mutlu olduğuna inandığından “gerçek ihtiyaç nedir” sorusuna doğru cevabı veremiyor. Zaten mevcut düzenin hedefi ve tüm çabası da insanın aklına bu sorunun gelmemesini sağlamak, “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusu sorulduğunda ise, “siz daha iyisine, en iyisine layıksınız!” cevabı ile muhatabı köşeye sıkıştırmak!
Bu noktada reklâmlar da bir nevi tüketim rehberi konumunda. Neyin ihtiyaç olduğuna ve neyin yenilenmesi gerektiğine reklâmlar karar veriyor. Heves ettiriyor, ürünün en güzel yönünü pazarlıyor, kampanyayla, taksit seçenekleriyle cazip hale getiriyor ve tüketici ona ihtiyacı olduğuna ikna oluyor. Sürekli yenilenen piyasa evlerde eskimiş, modası geçmiş, birkaç sene öncesinin modeli olan hiçbir şeyi bırakmak istemiyor.
AVM’ler insanların kendilerini mutsuz hissettiklerinde gidip rahatlayabildikleri, tüketerek vakit geçirebildikleri yegane mekanlar artık. Yüzlerce giyim mağazasının birinde mutlaka size uygun bir indirim, bir kampanya bulursunuz. İki alır bir ödersiniz, sezon sonu indiriminden yararlanırsınız, %70’e varan indirimi kaçırmak istemezsiniz… Elektronik mağazaların teknoloji kokan büyüsüne kapılır, hiç olmadı birkaç pil ile çıkarsınız kapısından. Tüm katları gezdikten sonra, yorgunluğunuzu atmak için en üst kattaki tıklım tıklım cafe ve restoranlarda karnınızı doyurup, biraz da orada harcarsınız paranızı. Çıkışa en yakın yere konuşlandırılan süpermarketler sayesinde, bir kutu süt almak için girip, bulaşık makinesi kokusu ve renkli mum gibi ihtiyaç kabilinden olmayan ama görünce almadan durulmayan birçok ürünün parasını ödeyeceğiniz kasada sonlandırırsınız tüketim çılgınlığınızı. Tabi yürüyen banda son anda gözünüze ilişen sakız ve şekerlemelerden de atmazsanız.
Tüketici insan, lüzumsuz birçok şeyi farkında olmadan evine taşıyor böylece. O anda ihtiyaç gibi görünen şeye sahip olmanın kısa keyfini sürerken, bir yerlerde tozlanıp giden eşyalarına birkaç eşya daha kattığının farkına bile varamıyor.
İhtiyacı doğru tanımlayamadığı gibi, çok fazla şeye ihtiyaç duyduğunu düşünerek, sürekli sahip olma ve biriktirme arzusu içinde kıvranıp duruyor.
Halil Cibran “İhtiyaç korkusu da ihtiyaçtan başka bir şey değil midir? Kuyusu tamamen doluyken susuzluktan korkmak, esas doymayan susuzluk bu değil midir?” derken bugünün insanı tanımlar gibi en çok.
Dolaplar, çekmeceler, bazalar, koltuk ve çekyat altları aylarca, hatta yıllarca kullanılmayan ne çok şeyi saklamak zorunda kalıyor! Oysa her birini de ihtiyaç olarak tanımlayıp, hevesle satın almıştık.
Çağdaş insan, bir şeyi satın alırken, ona gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sorgulamıyor. Harcadıkça ve tükettikçe mutlu olduğuna inandığından “gerçek ihtiyaç nedir” sorusuna doğru cevabı veremiyor. Zaten mevcut düzenin hedefi ve tüm çabası da insanın aklına bu sorunun gelmemesini sağlamak, “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusu sorulduğunda ise, “siz daha iyisine, en iyisine layıksınız!” cevabı ile muhatabı köşeye sıkıştırmak!
Bu noktada reklâmlar da bir nevi tüketim rehberi konumunda. Neyin ihtiyaç olduğuna ve neyin yenilenmesi gerektiğine reklâmlar karar veriyor. Heves ettiriyor, ürünün en güzel yönünü pazarlıyor, kampanyayla, taksit seçenekleriyle cazip hale getiriyor ve tüketici ona ihtiyacı olduğuna ikna oluyor. Sürekli yenilenen piyasa evlerde eskimiş, modası geçmiş, birkaç sene öncesinin modeli olan hiçbir şeyi bırakmak istemiyor.
AVM’ler insanların kendilerini mutsuz hissettiklerinde gidip rahatlayabildikleri, tüketerek vakit geçirebildikleri yegane mekanlar artık. Yüzlerce giyim mağazasının birinde mutlaka size uygun bir indirim, bir kampanya bulursunuz. İki alır bir ödersiniz, sezon sonu indiriminden yararlanırsınız, %70’e varan indirimi kaçırmak istemezsiniz… Elektronik mağazaların teknoloji kokan büyüsüne kapılır, hiç olmadı birkaç pil ile çıkarsınız kapısından. Tüm katları gezdikten sonra, yorgunluğunuzu atmak için en üst kattaki tıklım tıklım cafe ve restoranlarda karnınızı doyurup, biraz da orada harcarsınız paranızı. Çıkışa en yakın yere konuşlandırılan süpermarketler sayesinde, bir kutu süt almak için girip, bulaşık makinesi kokusu ve renkli mum gibi ihtiyaç kabilinden olmayan ama görünce almadan durulmayan birçok ürünün parasını ödeyeceğiniz kasada sonlandırırsınız tüketim çılgınlığınızı. Tabi yürüyen banda son anda gözünüze ilişen sakız ve şekerlemelerden de atmazsanız.
Tüketici insan, lüzumsuz birçok şeyi farkında olmadan evine taşıyor böylece. O anda ihtiyaç gibi görünen şeye sahip olmanın kısa keyfini sürerken, bir yerlerde tozlanıp giden eşyalarına birkaç eşya daha kattığının farkına bile varamıyor.
İhtiyacı doğru tanımlayamadığı gibi, çok fazla şeye ihtiyaç duyduğunu düşünerek, sürekli sahip olma ve biriktirme arzusu içinde kıvranıp duruyor.
Halil Cibran “İhtiyaç korkusu da ihtiyaçtan başka bir şey değil midir? Kuyusu tamamen doluyken susuzluktan korkmak, esas doymayan susuzluk bu değil midir?” derken bugünün insanı tanımlar gibi en çok.
Mevcut düzen itina ile insanın kalbine ve aklına ihtiyaç korkusunu yerleştirirken, İslam tarihi ihtiyacın ne olduğunu kavrayıp, nefsini bencillikten ve mal yığma arzusundan arındırabilen örneklerle doludur:
Ömer İbni Abdülaziz, halifeliği zamanında, bir gün minberde, söylevle meşguldü. Minberin yakınında olan, bir grup halk, konuşması esnasında halifenin zaman zaman elini götürüp, gömleğini hareket ettirdiğini görüyorlardı. Bu hareket orada bulunan ve dinleyenlerin dikkatlerini celbetti. Hepsi kendi kendilerine, neden halifenin konuşma esnasında, elini gömleğine götürüp, hareket ettirdiğini soruyorlardı. Toplantı tamamlanarak sona erdi. Araştırıldıktan sonra belli oldu ki halifenin, kendisinden öncekilerin Beytülmaldan yaptıkları israfı telafi etmek ve Müslümanların Beytülmalını gözetlemek için, bir taneden fazla gömleği olmadığı için yeni yıkanmış gömleğini tekrar aynısını giymişti şimdi de, daha çabuk kurusun diye, hareket ettiriyordu. *
Dünya nimetlerinin bolluğunu ve üretimdeki hız ve fazlalığı göz önünde bulundurursak, günümüz insanının tek bir gömlekle yetinmesini beklemek elbette gerçekçi olmayacaktır. Ancak ihtiyaç ve israf kavramlarını da İslamın çizdiği sınırlar dâhilinde değerlendirmek durumundayız.
“İslama göre zenginlik ve fakirlik kavramları kanaat ve kanaatsizlik ile tanımlanır. Yoksa sahip olunan dünya nimetleriyle ilgisi yoktur. Şayet sana verilenlerden hoşnut isen zenginsindir. Zira zenginlik sahip olduğun dünya nimetinin bolluğu değil, daha fazlasına ihtiyaç duymamandır.”**
“İslama göre zenginlik ve fakirlik kavramları kanaat ve kanaatsizlik ile tanımlanır. Yoksa sahip olunan dünya nimetleriyle ilgisi yoktur. Şayet sana verilenlerden hoşnut isen zenginsindir. Zira zenginlik sahip olduğun dünya nimetinin bolluğu değil, daha fazlasına ihtiyaç duymamandır.”**
* Doğruların Öyküsü/ Murtaza Mutahhari syf 126 (Halifenin Gömleği)
**İmam Zait Şakir
Son Güncelleme Dün | 14:50