23 Mayıs 2013 Perşembe

ELHAMDÜLİLLAH HASTAYIM


Elhamdülillah hastayım!


etiketler: sare şanlı
Türkiye’ye geldikten sonra Müslüman olan Kolombiyalı dostum ülkemizin iklim koşullarına bir türlü alışamayan bünyesinden ötürü yıllardır her kış mevsimini hasta geçirir. Lakin bugüne kadar bir kez olsun bu durumdan şikâyetçi olduğunu duymadım. Ne zaman “Nasılsın?” diye sorsak aldığımız cevap “Elhamdülillah hastayım, çok şükür” oldu. Hastalığın verdiği ıstıraba odaklanmak yerine, bu hastalığın çaresiz değil gelip geçici olduğunu, tedavisine güç yetirebildiğini ve kendisiyle ilgilenecek insanlar olduğunu düşünerek her hastalığı hamd ile karşılamak için onlarca neden buldu her defasında.

Ahir zamanın tahammülsüz bireyleri olarak hastalık halinde bile şükretmeyi anlamamız ne kadar zor değil mi? Biz iyi iken şükretmeyi biliyoruz yalnızca.(Gerçi o da dilimizden kalbimize inmiyor ya!) Hayat hep tıkırında gitsin, hiçbir engel, sıkıntı, sorun ve acıyla karşılaşmayalım istiyoruz. Ola ki karşılaştıysak, asıveriyoruz suratımızı, moralimiz bozuluyor, sitemkâr davranıyoruz. Sabırla karşılayamıyoruz hayatın zor anlarını.

Hele söz konusu olan hastalık olunca tahammülümüz daha da azalıyor. Tüm dikkatimize, aldığımız önlemlere, iyi beslenip sıkı giyinmemize rağmen nasıl hastalandığımızı (sanki kontrol altına alınabilir bir şeymişçesine) düşünüp hayıflanıyoruz. Hastane ile eczane arasında mekik dokuyacağımız, ilaçlara bir dolu para vereceğimiz, okuldan, işten, eğlenceden, tatilden mahrum kalıp, yatağa mahkum olacağımız için üzülüyor ve etrafımızı da üzüyoruz kimi zaman.

Atlatabileceğimiz ufak tefek rahatsızlıklara bile sabır gösteremezken, çok daha ağır ve tedavisi zor rahatsızlıklarda ne yaparız acaba? Hayata mı küseriz, farkında olmadan isyan mı ederiz yoksa artık hayatın bir anlamı olmadığını mı düşünmeye başlarız?

Kabul edelim, hastalıkla olan imtihanını kazananların sayısı kaybedenlerden daha az gibi görünüyor. Hastalığın Allah’tan geldiğini dilimizle söylesek bile, sabır ve tevekkülle durumu kabullenmeyi beceremiyoruz çoğumuz. Hele hele hastalığa bir fırsat ve bir nimetolarak bakmayı hiç bilmiyoruz.  Hastalıktan nasıl bir fırsat çıkabileceğini ve hastalığa nasıl bir ‘nimet’ olarak bakılabileceğini anlayabilmek için Peygamberimizin sünnetine bakmak yeterli olacaktır. 
                                                                                              *
Hastalığın şiddeti, ateşin yüksekliği sebebiyle Peygamber Efendimiz(s.a.v)yatağında bile rahat edemiyordu. Bir o tarafa bir bu taraf dönüyordu. Hastalığın ıstırabı gün geçtikçe fazlalaştı. Başucunda bulunanlar bu durum sebebiyle
“Ya Resulallah! Eğer bizden birisi bu derece ıstırap çekse sen bizi uyarırdın” dediler. Resul-i Ekrem cevabıyla durumunu şöyle izah etti:
“Benim hastalığım bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Teala Salih ve mümin kullarını belanın hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine müptela eder. Fakat o bela, musibet ve hastalık vasıtasıyla o mümin Salih kulunun derecesini yükseltir, günahlarını yok eder, ayağına bir diken bile batsa”buyurdu.

Abdullah İbn-i Mesud’dan rivayet edilen bir başka hadiste ise Allah Resul’ü “Yeryüzünde hastalıktan veya bir başka sebepten dolayı zorluğa ve musibete düşmüş hiçbir Müslüman yoktur ki, o günahları ermiş ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin.” buyuruyor.
                                                                                              *
İnsanlığın gelmiş geçmiş en iyi rol modelleri olan nice peygamber hastalıkla imtihan edilmiştir. Onlar hastalığa bir imtihan gözüyle bakmakla kalmamış, hastalıklarını nefislerini terbiye etmek için bir fırsatbilmişlerdir.

Ateşe atılan her maddenin durumu bir değildir. Odun, kömür gibi maddeler yanarken, altın gibi madenler ateşte daha da değerlenir. Cam ateşte şekillenir. Hastalığa sabreden, hastalığı bir fırsat gibi değerlendirip, nefsini terbiye eden ve şekillendiren kimse de işlenmemiş bir madenin ateşte kıymetlenmesi gibi kıymetlenir Yaradan’ın gözünde.
Bedeni hastalıklardan korumanın yolları olduğu gibi, hastalığın bin bir çeşit devası da mevcuttur. Mühim olan vücuda bir kez yerleşti mi çok daha uzun süre kalan ve tedavisi en zor olan hastalıklardan yani manevi hastalıklardan korunmaktır. Gıybet hastalığı, fesatlık, kibir gibi kadim hastalıkların yanı sıra, modern çağın beraberinde getirdiği zihinsel hastalıklardan (teknoloji bağımlılığı, alışveriş hastalığı, moda hastalığı ve tüketim çılgınlığı) korunmanın yollarını aramalıdır insan.
Göz ve gönül görmek istedikten sonra, bedensel hastalıkta nice nimet ve rahmetler keşfetmek hiç de zor değildir. Asıl tehlikeyi oluşturan “kalp” ve “zihin” hastalıklarından korunup, sabredenlerden ve sabrettiği için müjdelenenlerden olabilmek duasıyla…
Son Güncelleme 20 Mayıs 2013 | 12:09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder