Çocuklu kadının dışarıda ne işi var?
Sare Şanlı
Anneler hayatlarını ikiye ayırırlar: “Çocuktan Önce” ve “Çocuktan Sonra”.
Minibüse binmenin, seyahat etmenin, alışverişe çıkmanın, bir sahil yürüyüşünün, dışarıda bir yerlerde bir şeyler yiyip içmenin başlı başına bir nimet olduğunu, tüm bu saydıklarımı kucağında ağlayan bir bebekle/eteğini çekiştirip mızmızlanan bir çocukla yaptığı zaman anlar bir anne. Öyle “hadi” deyince dışarı çıkmak eskide kalmıştır artık. Çocuğun tüm ihtiyaçları inceden inceye düşünülerek koca bir çanta hazırlanır, kontrolü başlarda hiç de kolay olmayan pusete bebek yerleştirilir ve daha evden çıkmadan dönüş saati bebeğin uyku/mama/bez değişimi saatlerine göre ayarlanır… Bu arada annenin kendi hazırlanma süresini de unutmayalım. Tabii, bunlar dışarı çıkmadan evvelki prosedürler, asıl sorunlu kısım dışarıda başlar. Puset ile toplu taşıma araçlarına binmek yahut çarşıda pazarda dolaşmak hiç de kolay değil. Hadi pusetteki bebek kısa bir süre de olsa uyudu diyelim, elinden tutup gezdirdiğiniz çocuğu zapt etmek, mızmızlanmalarıyla başa çıkmak sabır ister.
Ancak, inanın tüm bunların ötesinde bazı anneleri zorlayan ve bir daha dışarı çıkmaya her defasında tövbe ettiren daha ilginç bir sebep var. Çocuklu kadın toplu taşımada, çarşı/pazarda, yolda çocuğuyla birlikte iş halletmenin sıkıntısını yaşarken, bir de etraftaki insanların “çocuklu kadınsın, ne işin var dışarıda?” sorusunu ezercesine soran bakışlarının muhatabı olur. Öyle ya, yollar, çarşılar, toplu taşıma araçları hep bağımsız insanlara aittir, koca pusetiyle insanları sıkıştırmanın, ağlayan/mızmızlanan çocuğunun sesiyle eziyet vermenin ne alemi var? Ah bu anneler, kendi alışveriş ve gezme tozma keyifleri uğrunda minicik çocuklarına neler çektiriyorlar? Otursalar ya çocukları büyüyene kadar evlerinde, yada birilerine bıraksalar! Üstelik bu tepkilerin büyük oranda, kendileri de bir zamanlar küçük çocuklara annelik yapmış kadınlardan gelmesi ne kadar ilginçtir değil mi?
Ne diyeyim, yaşamadan anlaşılamayan şeyler vardır ya, bu durum da öyle işte. Evde pişirecek bir şey kalmadıysa, alışverişinizi yapacak başka biri yoksa istemeye istemeye çıkarsınız çarşıya pazara. İnsan olduğunuz ve değişiklik aradığınız için, bir arkadaş ziyareti maksadıyla yahut çocuğunuz çok istediği için ve park yürüme mesafesinde olmadığı için binersiniz toplu taşıma araçlarına. Siz de bilirsiniz, tek başınıza çıksanız daha rahat edip, daha çok işi kotaracağınızı ama çocuğunuzu bırakacak kimseniz yoksa yada evde durmaktan sıkılan çocuğunuza merhamet ettiğinizden onu da yanınıza alarak, yorulmak, daralmak, kafayı yemek uğruna düşersiniz yollara.
Haksızlık etmeyelim, çocuklu kadını dışarı yakıştırmayanların yanı sıra onlara elinden gelen yardımı esirgemeyen merhamet dolu insanlar da var. Otobüsten yada merdivenlerden puseti indiremeyen annelere yardımcı olanlardan tutun da, ağlayan çocuğu teselli edenlere, toplu taşıma araçlarında yer verenlerden, elinizdeki yükleri taşıyanlara kadar hala empati yapabilme özelliğini koruyanlar da var çok şükür.
Ama ben olumlu örneklerin sayısının az oluşundan yola çıkarak toplumca hala çocuklarla bir arada yaşamaya tam olarak alışamadığımızı düşünüyorum. Sadece toplu taşıma araçları ve çarşı pazarlar değil, çocuklu kadınlar hayatın diğer birçok alanında çocuklarıyla birlikte var olma mücadelesi verirken gereken desteği bulamıyor. Sosyal ve kültürel aktivitelerin çocuklu kadınlara kapalı olması, çocuklar evde tek başına kalabilecek yaşa gelene kadar anne-kadının kendini geliştirmesinin mümkün olmadığı anlamına geliyor. Anneliğin, çocuk yetiştirmenin ve birden fazla çocuk dünyaya getirmenin önemine yapılan vurgu ile annenin kendini geliştirmesi muhtemel ortamlardan uzak bırakılması birbiriyle çelişiyor doğrusu. Çocukların büyümesini beklemek yıllar alıyor, üstelik bu yıllar da annenin en verimli gençlik yılları oluyor.
Hepimiz bebek olarak geldik dünyaya ve sonra uzun bir çocukluk dönemi yaşadık. Ve yine hepimizin çocukları/yeğenleri/torunları var/olacak Allah’ın izniyle. Şuan çocuksuz olmak, yada çocuklarını büyütmüş olmak demek bizi çocuklu kadınları ihmal etmek hatasına düşürmemeli. Annelerin daha fazla çocuk dünyaya getirmesini, hem annelerin hem de çocukların hayatın içinde huzurla yer almasını istiyorsak “Çocukları ve anneleri hesaba katmalıyız.” Hayatın her alanını çocuklar ve anneleri için daha yaşanılır kılma çabasını birey ve toplum olarak vermek durumundayız. Bir evde/ailede anne mutluysa herkes mutludur, anne mutsuzsa da herkes mutsuz!
Evet, çocuklu kadınlar olarak her birimizin dışarıda çok işi var. Biraz da acelemiz var. Zira diğer insanların tek başına yaptığı tüm işleri hızımızı kesen küçük insanlarımızla kotarmak zorundayız. 7/24 birlikte olduğumuz çocuklarımızın toplu taşıma araçlarında, çarşıda/pazarda ağlamasını, bağırmasını biz de istemiyoruz, lakin biraz sabır… Çocuklar toplumdan ayrı büyüyemezler, anneler de yıllarca kendilerini dünyadan soyutlayamazlar. Bu yüzden toplumu oluşturan bireylerin de annelere ve çocuklara birazcık yardımı/sabrı çok görmemesi lazım.
yayın : 28 Ekim 15:20