Verememe hastalığı
Sare Şanlı
Sahip olmak kavramı üzerinde düşünüyorum uzun zamandır. Oysa çağdaş insan, dünyada nelere ne ölçüde sahip olabileceği ve bunu kimin/neyin belirlediği üzerinde kafa patlatmak yerine akıntıya kapılıp sadece satın almak ve biriktirmek için yaşıyor. Çalışıp satın aldığı şeye gerçekte sahip olup olmadığını, olsa bile bunun ne kadar süreceğini düşünmediği gibi, sahip olduğunu sandıkları üzerinde mutlak tasarruf hakkının yalnız kendisine ait olduğuna inanmış/inandırılmış durumda.
İnsanların sahip olduklarından(?) veremeyişi üzerine sorular yöneltip, cevaplar arıyorum. Neden bu kadar çok insan ‘verememe hastalığı’nın pençesinde?
Sahiplik problemini aşamadığımız için verememe problemini bu kadar belirgin yaşıyoruz belki de. Yaratan’ın bize ihsanda bulunduğunu ve sahip olduğumuzu zannettiklerimizin emanetçisi olduğumuzu unuttuğumuz için verme konusunda cimri kesiliyoruz. Gerçekten sahip olmadığımızı anladığımızda, emanetin bekçisi olduğumuzu idrak ettiğimizde “hakkım” sandıklarımızda başkalarının da payı bulunduğunu görebileceğiz.
*
“Şeytan sizi fakirlik ihtimali ile korkutur ve cimriliği telkin eder.” (Bakara 268)
Yetmeyecek sanırız hep, bitecek, darda kalacağız, standartlarımız düşecek… Yedeklemek, geleceği düşünerek yatırım yapmak, muhtaç olmamak için biriktirmek çağın hastalığı.
Kim yeterince zengindir? Kimin ihtiyaçları nihayete ulaşmıştır ve kim doymuştur dünya malına? Dünyanın en zenginine ne kadar daha paranız olsa yeter diye sorduklarında aldıkları cevap: “Biraz daha olsa yeter”! Biraz daha olsa yine yetmeyecek oysaki. Dünyevi olan her şey bir deniz suyu misali içtikçe susatacak. Besledim sandığı tek şey susuzluğu olacak.
*
“Sizden biri kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş sayılmaz.”(Buhari,Müslim)
Mala en düşkün olanlar ihtiyacından daha fazlasına sahip olan varsıllar. İhtiyaç fazlasında fakirin hakkı olduğunu unuttuklarından verememe hastalığı en çok onlarda görülüyor. Şeytan en çok onların zihninde ve kalbinde mesken tutuyor. Kendi ihtiyaçlarını her daim önceleyip, acilen tedarik etme arzuları, başkalarının çok daha elzem ihtiyaçlarına kayıtsız yapıyor onları. Yazlığının borcu, tatilde çok harcama yapmış olması, son model arabasının bakım ücretlerinin fazlalılığı muhtaca üç beş kuruş yardım yapmasının önünde engel. İşi yokuşa sürmek için yardıma muhtaç kişiyi hayır kuruluşlarına yönlendirmek, bu işi devlete havale etmek, “balık vereceğimize, balık tutmayı öğretelim” edebiyatı yapmak yine onlara has.
*
Ne oluyor size ki, göklerin ver yerin mirası Allah’a ait olduğu halde (sonunda her şeyinizi dünyada terk edeceğiniz halde) Allah yolunda infak etmiyorsunuz? (Hadid 10)
Çocuklarımızın oyuncak sepetlerini sığdıracak yer bulamazken, okula kahvaltısını yapamadan giden çocuğun sorumluluğunun bize düşmediğine yürekten inanabiliyor muyuz? Sadece bu hafta evimize üç paket bisküvi/cips/çikolata almayarak bir fakirin mutfağına bir kilo pirinç koyabileceğimizin farkına varamıyor muyuz? Dolabımızdaki kırk gömleğe kırk birincisini katma doyumsuzluğunu bir ailenin belki de bir aylık kömür parasını karşılayabilmenin huzuruyla değiştirmenin ne kadar karlı bir alışveriş olduğunu anlayamıyor muyuz?
*
Dünyayı gereğinden fazla sevip, yaşadığımız süre içinde mümkün olduğunca çok şeye sahip olmaya çabaladıysak, zekât, sadaka ve infak kavramları üzerinde kafa yormadıysak, yoksul hayatlara gözlerini kapatmış varsıl hayatlar yaşıyorsak ‘verememe hastalığı’na tutulmamamız imkânsız.
Verebilmek için öncelikle sahip olmadığımızı idrak edebilmemiz gerek.
yayın : 14 Ekim 10:48
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder