21 Ekim 2013 Pazartesi

MİSAFİR ODALARI

Misafir odaları

 Sare Şanlı
İnsanoğlunun yaşam biçimi kabilelerden geniş ailelere, geniş ailelerden çekirdek aileye ve nihayet çekirdek aileden de yalnız yaşamaya doğru evrildi. Bu evrim pozitif yönde olmadı ne yazık ki.
Düzen insanları tek odalı evlerde yaşama evresine taşıdı hızla. Hala birden fazla odası olan evlerin ise bir yaşam odası, bir yatak odası ve bir de çocuk odası var. Bir dönem kapısı misafir için kilitli tutulan odaların varlığı eleştirilirken şimdi o odalar kayboluyor evlerimizden. Misafir odası olmayan evler; misafire, hele de yatılı misafire hiç yer olmadığı mesajını mı veriyor bize? Bugünün otel odası vazifesi gören evlerinde ev sakinlerine bile yer yokken misafire yer açabilmek imkânsız gibi görünüyor. Kaybolan onca değerin arasında misafirlik pek göze batan bir şey değil gibi.
Misafir ağırlamanın unutulmaya yüz tutması evlerin ve odaların küçülmesinden, evlerde misafir odalarının olmayışından kaynaklıyor olamaz. Öyle olsaydı şayet, yokluk dönemlerinde insanların, tek bir odada on-on beş kişi yaşadıkları halde bir o kadar misafiri yedirip içirecek ve yatıracak yeri bulabilmesini nasıl açıklardık? Ev sahibi kendisi aç kalma pahasına misafirini doyurmayı, uykusuz kalma pahasına misafirinin rahat yatmasını sağlamayı bir erdem bilirdi yakın zamana kadar. Çünkü misafir demek bereket demekti.
Bugün misafiri/misafirliği böyle bir bakış açısıyla değerlendirmenin neden bu kadar zor hale geldiği üzerinde düşünüyorum. Yoğun mesai saatleri, vakit darlığı, mesafelerin uzaklığı, gidilecek yöndeki trafik gibi bahaneleri öteliyor zihnim, biraz bencillik, biraz samimiyetsizlik, biraz da misafir ağırlamayı bir seremoni haline getirmek ev ziyaretlerini bu kadar azaltan.
Nitekim misafir ağırlamak zahmetli bir iş, bir külfet haline getirildi. Evler misafirsiz, bereketsiz kaldı.
Evde iyisinden güzelinden ne varsa misafire onu ikram etmenin faziletini bildik, ama misafirin aslında muhabbete, sohbete geldiğini bir türlü kavrayamadık.
“Kimse misafiri için altından kalkamayacağı sıkıntıya girmesin” hadisi şerifini unuttuk. Hem kendimizi hem misafirimizin midesini yormayı, çok çeşitle sofra donatmayı “iyi ağırlamak” olarak algıladık. Dağınıklığımız görülmesin diye evi kırklamaya kalkıp, ev halkını gereksiz yere telaşlandırarak misafir ağırlamayı zorlaştırdık.  Bu defa dostlarımız ‘Zahmet vermeyelim’ nezaketiyle hiç uğramamaya başladı evimize.
Gitgide daha fazla bireyselleştiğimizden kıymetli vaktimizi, özenle dayayıp döşediğimiz evimizi, kendi damak zevkimize göre doldurduğumuz mutfağımızı kimselere ayırmak istemedik. İzleyeceğimiz televizyon programından feragat etmeyi, çıkacağımız alışverişten geri kalmayı göze alamadık bir başkası için. Her defasında bir bahane duyunca istenmediğini anladı yakınlarımız.
Elbette ziyaret süresini haddinden fazla uzun tutup, ev sahibine ciddi manada yük olduğunun farkında olmayarak, içi boş konularla onun vaktini çalanlarımız da oldu.
Lakin değişen, dönüşen zihniyet ev ziyaretlerinde pekiştirilen dost/akraba ilişkilerini zedeledi ve zedelemeye devam ediyor. İnsanlar bayram, düğün ve cenaze dışında birbirini göremez oldu. Bu durum ne kadar insani, daha da önemlisi ne kadar İslami?
Hayat yolunda gittiği sürece durumun vahametinin farkına varamıyoruz ama sıkıntılı dönemlerde derdimizi anlatmak istediğimiz bir dost, bir akraba bulamadığımızda, mutluluklarımızı paylaşmak istediğimizde ne yapacağız? Veya çocuklarımız yalnızlıktan bunaldığında, her günümüz birbirinin aynısı olmaya başladığında, insana ihtiyaç duyduğumuzda?
Resul’ün güzel hadisini de unutmadan zikredelim:
“Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder