14 Kasım 2013 Perşembe

AİLEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

Aileyi yeniden düşünmek

 Sare Şanlı
Siz de “bir yuva/aile kurmak istiyorum” diyen genç kız ve genç erkeklere eskiye oranla daha mı az rastlıyorsunuz çevrenizde? Bireysel istek ve hedeflerini uzunca bir süre ‘tek başlarına’ gerçekleştirme istekleri, evlenerek bir başka kişinin/kişilerin sorumluluğunu almaktan korkmaları, “biz” için değil “ben” için yaşamanın kolaylığı gençleri “aile kurma” arzusundan uzaklaştırıyor yahut bu süreci mümkün mertebe ertelemelerine neden oluyor.
Aileyi oluşturmanın yolu evlilikten geçer fakat her evlilikle aile oluşturulur mu? Kadınlar anneliğe, erkekler de babalığa eskiden olduğu kadar talep göstermiyor. Birkaç on yıl öncesine kadar evliliğin temel amacı olarak algılanan “dünyaya çocuk getirme” hususu şimdilerde evlilikten en az iki yıl sonrasına erteleniyor.
Çocuk/çocukların varlığı aileyi oluşturmaya yetiyor mu? Evin tüm bireylerinin geç saatlere kadar dışarıda vakit geçirdiği, evlerin otel gibi kullanıldığı mevcut süreç içinde, bireylerin ev içinde de birlikte olmadıklarını gözlemliyoruz. Her bir bireyin ayrı odada olmasıyla, aynı odada birlikte olması arasında pek bir fark yok. Zira fiziksel anlamda aynı mekanı paylaşan bireylerin, ruhen yada zihnen birlikte olamamaları, paylaşımda bulunamamaları bugünkü aile anlayışıyla olması gereken aile arasındaki farkı gösteriyor bize.
Ailece yapılan ziyaretlerin, akraba buluşmalarının, pikniklerin mümkün mertebe azaltılmış olması, tüm bunların birer yük olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Birey olarak dışarıda “takılmak” özgürlüğü, keyifli anları sembolize ederken, ailece gerçekleştirilen eylemler çoğunlukla sıkıcı, bunaltıcı ve bu zamana pek uymayan bir çağrışımda bulunuyor.
Tüm bu negatif gelişmeler ailenin artık yok olmak üzere olduğunu mu gösteriyor? Aldoux Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına doğru adım adım yaklaşıyor muyuz yoksa? İşte bu bir felaket olur, belki de dünyanın sonu… Çünkü “İslami geleneğe göre aile olmadan toplum, toplum olmadan da aile olmaz.”[1]
“Modern sosyal bilimler toplumu meydana getiren en küçük unsurun birey olduğunu kabul eder. Oysa İslam insanın içinde var olup sosyalleştiği bir cemaat olarak bunun aile olduğunu söylemektedir.”
“Hz. Adem ve Hz. Havva dünyaya bir aile formu içinde gönderilmiştir. Bir kadın ve bir erkek olarak Hz. Adem ve Hz. Havva’nın sonradan deneme yoluyla icat ettikleri bir beraberlik biçimi değildir.”[2] Yani ilk insandan bu yana insan kendini aile içinde konumlandırmış ve tanımlamıştır.
Ailenin yara alması, işlevini kaybeder hale gelmesi ciddi bir sorun. İnsanların aile oluşturmaya gönülsüzlüğü, oluşturduğu aile içinde de kendi hayatını yaşama ve bireyselliğini bencil tavırlarla koruma arzusu aslında tedavisi zor bir yalnızlığın içine sürüklenmelerine sebebiyet veriyor.
Çünkü ilk roller aile içinde kazanılmaya başlanıyor. Sevinçler kadar üzüntüler de aile ortamı içinde paylaşılıyor. İnsan ilişkileri, aile bireylerinin ‘ilk’ okulu olan ailede öğrenilip, pratiğe dökülüyor. Tahammül ve fedakârlığın merkezi olan aile, bireyin kendini güvende hissedebildiği yegâne kurum.
Son yıllarda ailenin siyasette acilen gündeme alınması ümit veren bir gelişme. Aile ve Kadından sorumlu bakanlığın çalışmaları, SEKAM gibi organizasyonların gayretleri, televizyon ekranlarına kadar taşınan “aileyi koruma” temalı dizi ve filmler, modern çağın aileyi ortadan kaldırmayı hedef alan çok daha yoğun çalışmaları karşısında umarız ki başarılı olsun.
Bu noktada, halkımızın televizyon izlemeye olan meyli ve televizyon yapımlarından ciddi anlamda etkilenmesi göz önüne alınarak, “aileye dönüş ve sağlıklı aileler oluşturma” noktasında medyayı kullanarak halkı eğitmek, yönlendirmek önemsenmeli. (Dizi ve filmlerde olumlu örnek aile modelleri vermek gibi)
Bireylerin boş zamanını aileleriyle geçirmeye çabalaması, aileyi canlandırmaya katkıda bulunabilir. Nureddin Yıldız hocanın da tabiriyle “biz evcil bir ümmetiz”. Evlerde ailece yapılabilecek aktiviteler noktasında biraz kafa yormalı, evdeki ekranlar en azından akşam belli saatlerde kapatılmalı ki iletişim sağlanabilsin. Mümkünse akşam yemekleri ailece yenilmeli. Akraba ve dost ziyaretleri artırılmalı.
Kadının anneliğinin ve ev kadınlığının altını çizilirken, erkeğin babalığı ve ev erkekliği unutulmamalı. Yani hem kadın hem erkek eve dönmeli. Mevcut mesai saatleri bireylerin ailelerine de vakit ayırabileceği şekilde düzenlenmeli.
Evlenecek olan gençleri maddi sıkıntılar ve zorlayıcı geleneklerle korkutmak ve evlilikten uzaklaştırmak yerine, ruhen ve zihnen aile olma sürecine hazırlamak, kendi aralarındaki ilişkilerin sağlıklı olmasını sağlamak maksadıyla, evlilik öncesi kurslar ve eğitim seminerleri önemsenmeli, hatta zorunlu hale getirilmeli.
Bireyin dine bakış açısı ve dini yaşayış biçimi ile aileye olan yaklaşımı bağımsız ele alınamaz. Bu nedenle bireylerde dini duyarlılık ve sorumluluk arttıkça, aile de yeniden hayat bulacak ve asli görevini devam ettirecektir.
[1]Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği/Cihan Aktaş syf 270
[2]Sabra Davet Eden Hakikat/Abdurrahman Arslan syf 285-286
yayın : 11 Kasım 10:35

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder