Kur’an’ı yaşamak
Sare Şanlı
Şayet Kuran’la, hadislerle yahut her ikisini de ihtiva eden/açıklayan yazılarla meşgul olmadıysam(bir ayet/hadis dahi olsa), tefekkür etmeye zaman ayırmadıysam, hele oruçlu olduğum halde “niçin oruç tuttuğum” üzerinde kafa yormadıysam daha fazla acıktığımı fark ediyorum.
Nebi (s.a.v.) benim yeni fark ettiğim durumu asırlar önce söylemişti: “Kimin fikri fazla ise yemesi azdır, kimin tefekkürü azsa yemesi çok kalbi de katıdır.”[1]
Saatlerce yeme-içme eyleminden uzak kalmanın anlamının, kalbi beslemek olduğunu anlıyorum bu kutsal ayda. Kalbi beslemenin yolu ise Allah’ı anmaktan, tefekkür etmekten, Kuran’la meşgul olmaktan geçiyor.
Deniyorum. Kuran’la daha fazla meşgul olmak için çabalıyorum ve onu anlatan kitaplarla. Tüm diğer kitapları okuma sebebim de tek olan Kitab’ı anlamak ve yaşayabilmek için.
Her Ramazan olduğu gibi bu Ramazanda da mukabelelerle, sohbetlerle gerek okuyucu gerek dinleyici olarak, insanımızın bir şekilde Kuran’la meşgul olmaya çalışması, geleneksel çizginin ötesine geçemese de sevindiriyor beni. Her ne kadar anlaşılmadan, hızlandırılmış ve üzerinde durup düşünülme ve yaşantılara uygulanma gayretinden arındırılmış bir halde okunuyor olsa da, Kuran bir ay süreyle gündemimizde. Fakat Kuran’la meşgul olmayı geleneksel çizginin ötesine geçirebilmek gayesini de taşımak gerekli. Nitekim Allah bunu bize Kuran ayetleriyle söylüyor:
“İman edenlerin, Kur’an’ı Kerim’i okuyup anlayarak kalplerini itminana, gönüllerini inşiraha kavuşturmalarının zamanı hala gelmedi mi?[2]
Öğrenilmiş cehalet Kuran’ı bu topraklarda terk edilmiş bir kitap haline getirmek için verilen uzun soluklu mücadeleye bir hayli katkıda bulundu. Kuran’ı mealiyle/tefsiriyle beraber okumak Müslümanlıktan sapılacağı gerekçesiyle sakıncalı addedildi. Gözyaşları içinde dinlenen/okunan ayetlerin neyi anlattığı ve hayata ne şekilde müdahale ettiği üzerinde düşünülmedi. Ramazandan ramazana onu hatmetmek, belirli gün ve gecelerde adettendir diye okumak/okutmak yeterli bulundu. Sonunda en cahilinden en aydın(!) kesimine kadar Kuran’a yabancı bir toplum haline geldik. Cahil, cehaletinin farkında değildi ve Kurana hak ettiği itibarı gösteremedi. Aydın diye tanımladığımız kesim ise söz konusu olan Kuran olunca gönüllü bir cehalet sergileyerek, hurafelerden oluşan malumatla yetindi. Kuran terk edildi adeta, hak ettiği değeri bulamadı. Bu yüzden de Sezai Karakoç’un tabiriyle “ Müslümanlar Kuran’dan uzaklaştı uzaklaşalı gün yüzü görmediler.”
Evet, Kur’an’dan uzaklaştık, üstelik onu okuduğumuz halde… Bir kere daha, çok kereler daha okumalıyız ve bu okumalar anlama ve yaşama gayesini taşımak zorunda. Ne mutlu ki onu anlayabilmek ve yaşamak için Resul’ün gösterdiği ve ashabının izlediği yolu bahşetti bize Rabbimiz.
“Allah’ın elçisi ve elçisinin yetiştirdiği Müslümanlar Kuran’ı sadece okuyarak ahiret hesabında yüce Allahın kararını etkileyecek bir torpil imkanı elde etmek gibi garip anlayışlara sahip olmamışlardır. Kuran’ın kendilerine sağladığı fayda ve katkıları öncelikle ahirette değil, dünyadaki gerçekleştirdiklerinde görmüşlerdir.” [3]
Ramazan bir başlangıç olmalı. Derinlikten uzak, geleneksel ve yalnız sevap kazanma gayesindeki okumalarımızın yaşamlarımıza müdahale edecek hale getirilebilmesi için bir fırsat olmalı belki de. Kalbimizle ilgilenebilmek için, bedenimizin isteklerini dizginlediğimiz Ramazan ayında okunmalı Kuran, daha derinden anlamak ve yaşamak için. Resul’ün “yaşayan Kuran” olduğunu hatırlamak ve sahabenin izlediği yoldaki işaretleri fark edebilmek için okumalı.
[1] Kütüb-i Sitte, c. 11, s. 126
[2] Hadid/16
[3] Yaşayan Kur’an Olmak /Ahmet Cemil Ertunç
yayın : 5 Ağustos 10:05
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder