Carol Off’un “Acı Çikolata: Çikolatanın Tatsız Öyküsü” isimli kitabı çok etkilendiğim kitaplardan biri. Mütemadiyen tüketici olduğumuz dünyada, üretenlerin sorunlarından bahseden bir kitap nasıl etkileyici olmaz ki?
Dünyanın her yerinde birçok ürünün üretim sürecinde emeği geçen insanlar haksızlığa uğruyor. Üreten insan hep fakir. Kahve, çay, şeker, pirinç gibi birçok gıdanın üretiminde aynı adaletsizlik var. Ancak kakaonun üretim sürecinde yürekleri burkan çok daha farklı faktörler var. Çocuk istismarı, iç savaşlar, sözleşmeli işçilik adı altında köleliğin devam etmesi kakao işçilerinin durumunu daha vahim hale getiriyor.
Kakaonun tarihine kısa bir bakış
Üç bin yıl önce Orta Amerika topraklarında Olmecli kadınların, toplumlarındaki üst sınıftan kişilere ikram etmek için kakao çekirdeklerini toplayıp, su ve yağla karıştırarak ağdalı, yağlı bir sıvı haline getirmesiyle başladı çikolatanın acı öyküsü. Olmeclilerin yaptığı bu koyu ve acı içeceğin uyarıcı, besleyici ve tedavi edici olduğuna inanılırdı. O gün üretilen kakao çok daha saf, çok daha etkiliydi bugüne göre. Değişmeyen tek şey, kakaonun o dönemlerde de daha az imkânları olanların emekleri pahasına, daha imtiyazlı insanlara sunulan bir lüks olmasıydı.
1800’lerin başlarında ise insanlar kakaoyu hala eczanelerden temin ediyordu. Zafiyet geçiren hastaların kilo almasını sağlamaktan, sindirim sistemini harekete geçirmeye, depresyonu tedavi etmeye kadar birçok faydasının olduğuna inanılıyordu. Hollandalı Van Houten’ın kakao presleme makinesi sayesinde bugün kullandığımız toz kakao elde edilince, kakaolu şekerlemelerin ve çikolatanın ve tabi kakao ticaretinin de serüveni başladı.
Kakao bugün nasıl toplanıyor?
Öncelikle topraklar tüm diğer mahsullerden arındırılarak geniş kakao ağacı plantasyonları kuruluyor Afrika’nın bereketli topraklarına. (Günümüzde Fildişi Sahili ve Gana’da) Çiftçiler olgun kabuklu tohumları machetalarıyla(bir tür bıçak) ağacın kabuğundan kesip alıyor ve içindeki gri-mor renkli düzinelerce çekirdeği çıkarıyor. Kabukları çıkartılan iç kısımların mayalanması için çekirdek yığınları rafların hasırların üzerinde sıcak ve nemli havada günlerce bekletiliyor. Burada çekirdekler meyvenin tatlı ve yapışan suyu içerisinde iyice demlenip sıcak tropik güneşte ısınarak muhteşem bir simya oluşturuyorlar.
Mayalanan yığının mikroorganizmaları faaliyete geçtiğinde, basit ve yalın bir çekirdeği dünyanın en baştan çıkarıcı tatlısının özü olan hammaddeye dönüştüren, dört yüz kadar farklı kimyasal ve organik madde büyüleyici bir şekilde harekete geçiyor. Beş veya altı gün süren kötü kokulu bir mayalanmadan sonra çekirdekler raflara yayılarak kurumaya bırakılıyor. Sonra dünyanın imtiyazlı kesimlerinin insanlarını biraz daha keyiflendirmek, doyumsuz çocuklarını biraz daha mutlu etmek için fındık, fıstık ve diğer malzemelerle birleşmek ve en çekici ambalajlara girip marketlerdeki yerini almak için kakaonun Avrupa ve Amerika yolculuğu başlıyor.
Tanrıların yiyeceği
Latincede “theobroma cacao” denilen yani “tanrıların yiyeceği” kakao binlerce Afrikalının köleleştirilmesinin sonucu tanrıların damak zevkine sunuluyor. Kakao yetiştiren köylülerin büyük çoğunluğu kakao çekirdeklerinden ne yapıldığını dahi bilmiyor. Ömürleri zenginlerin mutluluk kaynağı, çocukların sevgili yiyeceği çikolatanın hammaddesini yetiştirmekle tükenirken, onun tadına bakabilenlerin sayısı yok denecek kadar az. Köylüler günler süren emeğin ardından kakao çekirdeklerini kullanıma hazır hale getirirken, dünyanın zengin azınlığı bir paket çikolatayı saniyeler içinde bitiriyor. Kakaoyu toplayan el ile çikolataya uzanan el arasındaki mesafe o kadar büyük ki…
19. yüzyılda köleliğin bittiğin sanıyoruz oysa gözlerden uzak yerlerde hala birer köle olarak çalıştırılan yığınla insan var. Sözleşmeli işçilik adı altında hapsedilen, dövülen, vurulan, gemilere tıkılıp nakledilen Afrikalı köleler, ailelerinden kaçırılıp, ücretsiz çalıştırılan ve kötü muamele gören çocuklar… Genç bir kakao işçisi “İnsanlar çikolata yerken aslında benim etimi yiyorlar” diyordu “Kölelik: Küresel Bir Araştırma” isimli belgeselde.
Kakao üretimi beyaz adamın tekelinde. Ve beyaz adamın yükü çok ağır. Uygarlık misyonu uğruna aşağılık halkları idare etmek zorunda olmak o kadar zor ki… Dünyanın uygar insanlarının keyiflerini artırabilmek için, medenileşmemiş yığınların kanı dökülmüş ne çıkar?
Sonuç yerine
Çikolatayla, kakaolu pastalarla, tatlılar ve şekerlemelerle hiç tanışmamış olsaydık ne olurdu acaba? Hayatımız şimdi olduğu kadar renkli, mutlu ve keyif dolu olmaz mıydı?
Çikolata ve kakao tüketmekten vazgeçmek bir çözüm mü bilemiyorum. Birey olarak ne yapılabileceği noktasında aklıma tükettiğimiz ürünün ihtiva ettiği kakaonun nereden ve hangi yolla geldiğini sorgulamak, en azından “fair trade” adı altında ticaret yaparak işçiye hak ettiğine yakın ücret veren, çocuk işçi çalıştırmayan firmaları tercih etmekten başkası gelmiyor.
Kaynak: ACI ÇİKOLATA Çikolatanın Tatsız Öyküsü /Caroll OFF / İletişim y. 2006
yayın : 19 Ağustos 10:08
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder