5 Ağustos 2014 Salı

DİNLEMEYİ BİLMEK

Dinlemeyi bilmek

 Sare Şanlı

Hayatın sahte uğraşlarına, oyalamalarına, günlük rutin döngünün aldatıcılığına rağmen dini sohbetlere katılabilme azmini ve iradesini gösterebilen insanları takdir etmemek mümkün mü? Bilimsel bir konferans sonrasında net sonuçlar elde edilebilir, sertifika edinmek, notlar alıp derse, makaleye veya bilimsel çalışmaya eklemelerde bulunmak gibi. Fakat dini sohbete katılan insanın yegane amacı dinlediklerinin sonunda bilmediğini öğrenmek, bildiğini hatırlamak ve anlatılanlar üzerinde tefekkür edebilmektir. Bu kısım çok güzel, takdire şayan… Tek eksik, sohbete katılabilme iradesini gösteren duyarlı insanın “dinlemeyi” bilmemesi veya önemsememesi.
Sohbet esnasında çalan cep telefonları, alt tarafı bir iki saatlik bir konuşma süresince bile sabredemeyip kendi aralarında konuşanlar…
Kendisini merkeze alarak konuşmacıyla sohbet havasına girenler, verilen örnekleri yalnızca kendi hayatı üzerinden değerlendirip bu minvalde sorular soranlar…
Kendisinin de en az konuşmacı kadar (hatta bazen daha fazla) bildiğini göstermek maksadıyla konunun akışını bozarak uzun uzun yorumlar yapanlar, durmadan araya girenler…
Alakasız ve yersiz sorularla konuyu saptıranlar, tartışma yaratacak sorular soranlar ve belki benim göremediğim ama sizin bildiğiniz diğer sorunlar…
Sohbeti veren kişinin özenle ve belli bir sıraya binaen hazırladığı konu, kimi aceleci dinleyiciler tarafından yersiz sorularla, uzun yorumlarla, salonda yankılanan garip telefon melodileriyle dağıldığında zorda kalan tek kişi konuşmacı olmuyor ne yazık ki. Diğer dinleyicilerin dikkatleri ve zihinlerde oluşan etki de azalıyor. 
Üstat Sabri Tandoğan’ın gönül sohbetlerinde yer verdiği bir anısını paylaşmak istiyorum:
“Yıllar önceydi. Matematik profesörü olan bir arkadaşım bir bilimsel kongre ile ilgili Japonya’ya gidecekti. Veda etmeye geldi. ‘Sabri, sen Japonları seversin. Almamı istediğin bir şey varsa lütfen çekinmeden söyle, memnuniyetle alıp getireyim.’ dedi. ‘İlgine teşekkür ederim’ dedim, yalnız bir ricam var. Ginza Caddesinde gezerken bir kitapçıya uğra ve sor: Sizde güzel konuşma sanatı üzerine kaç kitap var, güzel dinleme sanatı üzerine kaç kitap var? Kitapçının vereceği cevapları küçük bir kâğıda yaz ve bana getir.’ Arkadaşım Japonya dönüşü bana uğradı ve istediğim emanet küçük kâğıdı verdi. Okuduğum rakamlar beni ürpertmişti. Güzel konuşma sanatı üzerine kitapçıda mevcut eserlerin sayısı ikiydi, ama güzel dinleme sanatı üzerine yazılan eserlerin sayısı yirmi üçtü. Bu durum beni yıllarca düşündürdü. Demek ki dinlemek, gerçek mânâda dinleyebilmek büyük bir sanattı. Ne yazık ki bu gerçek bize ne ailemizde, ne okuduğumuz okullarda öğretilmemişti. Hatta niye Allah bize iki kulak vermişti de bir ağız vermişti, bunun dahi farkına varmamıştık. “ *
Yıllarını gönül sohbetlerine adayan Tandoğan’ın da belirttiği gibi, sorunun temeli yine eğitim anlayışımızda yatıyor. Çin’de bilinen bir atasözü, “Çocuklarınıza önce dinlemeyi öğretin, konuşmayı nasılsa öğrenirler.”diyor. ‘Dinle’ demek dinlemeyi öğretmek demek değildir, eğitim; yaşayarak ve örnek olarak gerçekleştirilen bir süreçtir. Biz çocuklarımızı dinlemeyince, onlar da bizi dinlemeyi öğrenemiyorlar ve ne yazık ki çocuk eğitiminde başlayan problemler okul sıralarında da devam ediyor. Eğitimci talebeyi dinlemeyince, talebe de dinlemeyi gerektiği gibi öğrenemiyor. Dinleme eylemini içselleştirememek en temel problem olarak önümüzde duruyor. 
Yüce Kitabımızda dinlemeye yapılan vurguya dikkat edelim: “(Şu) söylenen her sözü (dikkatle) dinleyen ve onların en güzeline uyan (kullarım)a: (çünkü) Allah'ın hidayetine mazhar olanlar onlardır ve onlar (gerçek) akıl iz'an sahipleridir!”(Zümer 18)  Velhasıl, anlamak ve uymak için önce dikkatle dinlemek gerekiyor ki, neticesinde hidayete mazhar olabilelim.
Dinlemeyi bilen, dinlemenin tadına varabilen ve nesline dinleme sanatını öğretebilenlerden olabilmek duasıyla.
*http://www.gonulsohbetleri.net/html/yazi_oku.asp?id=496&root=496&replies=False
yayın : 14 Temmuz 10:05

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder