Selamsız Müslümanlar
Sare Şanlı
Yolda yürürken hiç tanımadığım bir insandan gelen selam sözü kadar o anı güzelleştiren pek az şey olduğunu düşünürüm. Birbirini tanıdığı, defalarca karşılaştığı halde bırakın selam vermeyi, bile isteye gözünü kaçıran insanların sayısının her geçen gün arttığı dünyamızda, tanımadığı insana gülümseyen ve güzel bir selamla selamlayan insanı takdir etmek, örnek almak ve selamına en güzel şekilde karşılık vermek gerek.
Rabbimizin emri kat’i zira; “Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.” (1)
"Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.” (2) diye tembihleyen de O’nun Resulü.
‘Selamlaşmamayı’ çağımızın ve İslam âleminin bir parçası olan ülkemizin en temel sorunlarından biri olarak görüyorum. Çünkü toplumsal bağları zayıflatan, insanların birbirine olan ilgi ve alakasını azaltan, kişiyi bencilleştiren ve insanlar arasında güvensizlik duygusunu yayan ciddi bir meseledir selamı önemsememek ve kesmek. Aynı apartmanda yıllardır altlı üstlü oturduğu komşusunun yüzüne bakmadan geçen, ofis binasına girerken mesai arkadaşlarını görmezden gelen, herhangi bir mekânda, herhangi bir ortamda tanıdığı, defalarca gördüğü hemcinslerine bir selamı çok gören modern çağın alabildiğine bireyselleşmiş insanına tanımadığı din kardeşine dahi selam vermek tavsiyesi nasıl izah edilebilir?
“Abdullah İbni Amr İbni Âs (radıyallahu anhümâ) şöyle dedi: Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl–i Ekrem: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.” (3)
İşte bu kadar açık ve net bir hadis var karşımızda, okumadığımız, okusak da ihmal ettiğimiz, önemsemediğimiz... Müslümanın en hayırlı iki özelliğinden biri olarak “tanıdığı ve tanımadığı herkese selam vermesini” zikrederken Resul’ün sözüne kulak tıkamaya ve kendi zayıf bahanelerimizi öne sürerek bu hayırlı özellikten uzaklaşmaya hakkımız var mı? Sesli olarak “selam” diyemesek bile, bir baş işaretiyle, bir gülümsemeyle karşımızdakini önemsediğimizi, insan yerine koyduğumuzu gösteremez miyiz? Emredildiği gibi, selamı yayamaz mıyız?
Köylerde, küçük yerleşim bölgelerinde insanlar birbirlerini tanısa da tanımasa da selam verirler. Zira Anadolu kültüründe birçok gelenek, birçok alışkanlık köklerini İslam geleneğinden alır. Ancak geleneklere sırtını dönen şehirlere doğru gidildikçe, artan güvensizlik bahanesiyle insanlar arası iletişim asgari düzeye iner. Selam almaya-vermeye, selamı unutmaya ve selamsız yaşamaya alışmaya başlar kent sakinleri. Beni en çok rahatsız eden, dini hassasiyetleri olduğu halde selam bahsini ihmal eden, bir tebessümü din kardeşlerinden esirgeyen Müslüman kardeşlerimin hali. Bırakın selam vermeyi, verilen selamı alma noktasında bile tembel ve kayıtsız davrananların sayısı hiç az değil. Dini bir sohbete girip çıkarken dahi, kimselere bakmadan, selamlaşmadan, konuşmadan bir köşede oturan ve geldiği soğuk sessizlikle ortamı terk edenler var ise ortada çaresine bakılması gereken bir dert var demektir.
Bizi bu hale getiren şeyler nedir? Bir selamlaşma ile başımıza ne gibi işler açılacağını düşünüyoruz ki, bahanemiz güvensizlik sorunu olsun? Verdiğimiz selamın alınmamasına bozulduğumuz için mi bir sünneti terk ediyoruz? Karşımızdaki selamı almadıysa bu karşı tarafın sorunu değil midir?
Biz, bize düşeni sırf Allah’ın rızasını kazanmak ve Resul’ün tavsiyesini yerine getirmek maksadı ile yaptıktan sonra ecrini selam verdiğimiz insandan değil, her tür ecrin adaletle dağıtıldığı makamdan bekleyeceğiz. Selam bahsine ilişkin onlarca hadisten biri olan“İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir. ” (4) hadisi uyarınca önce selam veren taraf olmakta yarışacağız. Devir değişse de bazı şeylerin değişmeden kalabilmesini sağlayacağız.
1. (Nisa, 4, 86)
2. (Ebû Dâvûd, Edeb 135.)
3. (Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, Îmân 12)
4. (Ebû Dâvûd, Edeb 133)
yayın : 7 Temmuz 12:46
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder