26 Eylül 2012 Çarşamba

ARAFTA TESETTÜRLÜ OLMAK


Arafta tesettürlü olmak


Sare Şanlı

etiketler: sare şanlı araf tesettür
Gençlik "Araf"ta yaşamaktır. Ne çocuksuluğu üzerinden atabilir, ne de tam anlamıyla olgunluğu kuşanabilirsin.
Yetişkini yetişkin yapan tecrübeleri, birikimleri ve vaktiyle tattığı hevesleridir, yaşamışlığıdır.
Çocuk, istediklerini yapmak için ne bedensel ne zihinsel gücü bulabilir kendinde, yetişkinden apayrı bir dünyada yaşar sanki.
Genç ise içinde birikmiş yaşanmamış onca şey, heves, heyecan ve enerjiyle dolu, bazı şeyleri kolayca gerçekleştiren, bazısında çocuk gibi zorlanandır.
Gençlik karakterin oturduğu zorlu bir dönemdir. İnanç, ideoloji, dünyaya bakış hep bu dönemde şekillenir. Kimi mevcut sistemi sorgulamadan kabullenir, kimi sağa meyleder, kimi sola. Bazı gençler ailelerini nasıl yaşıyor buldularsa o şekilde inanıp yaşar, bazılarıysa durmadan arar, kurcalar, soru sorar.
Hele manevi değerleri yaşamak daha zor gelir gence. Nefsini doğrudan, hak olandan saptıran onca şeyin arasında dinini yaşamaya çalışmak hayli meşakkatli bir iş olur.
O yüzden örtünmeyi seçen genç kız daha bir "Araf"ta gelir bana. Bir yandan İslam’ın emir ve yasaklarına uymaya çalışırken, diğer yandan genç arkadaşlarıyla birlikte gençliğini yaşayabilme çabasını verir.
Yaşıtı genç kızlar gibi dikkatleri kıyafetleriyle ve bedeniyle çekmeyi ister, giyinir, süslenir, makyaj yapar. Bunu İslam’a uydurmaya çalışırken, hep bir yerlerden fire verir. Ya biraz dar, ya biraz kısa, biraz frapan, biraz fazla…
Gezmek ve eğlenmek ister, örtüsüyle konserlere, eğlence mekanlarına gider. Alkol almaz ama alkol satan yerlerde vakit geçirir. Diğer gençlerin vardığı noktalara ulaşmamaya gayret ederek, erkek arkadaş edinir.
Aklı, dinin kurallarını hatırlatırken, nefsi başka şeyler söylemektedir. Bir yanı yaptıklarının pek doğru olmadığını söyler, öbür yanı toplumda yalnız kalmakla, öteki olmakla korkutur.
Etrafındakilerin “sen diğer başörtülülere benzemiyorsun, ne kadar modern, ne kadar geniş görüşlüsün” iltifatları garip bir haz yaratır içinde. Ötekileştirilmediği, benimsendiği ve kabul gördüğü için…
Toplumların alabildiğine yozlaştığı bir dönemde gençlerin yozlaşmaması mümkün mü? Suriyeli düşünür Ramazan El Buti’nin de dediği gibi gençler toplumun aynasıdır. Bir toplumu anlamak istiyorsak önce gençlere bakalım. Toplum iyiyse genç de iyi, toplum kötüyse genç de kötüdür. Gençlerin de kaybolduğu ve kaybettiği bir toplumda tesettürlü genç kız kendini nasıl bulabilsin? Tüm gençlerin aksine dimdik durabilsin, mevcut sisteme ve çarpık düzene ayak direyebilsin?
Araftaki tesettürlü gencin çaresizliğini anlamamak duyarsızlık olur. Sürekli giyimi kuşamı üzerinden eleştirilen, her hareketi ince ince süzgeçten geçirilen tesettürlü kızların yükü hayli ağırdır. İslami duyarlılığı olan kesimin de, İslam’ı temsil etme yükünü, gencecik kızların omuzlarına yükleyerek, sorumluluğu kendi üzerinden atmaya ve kendini onlar üzerinden aklamaya hakkı yoktur. Ortada bir sıkıntı varsa, bundan tüm toplum topyekûn sorumludur.
 
Son Güncelleme Bugün | 11:28

ÜNİVERSİTELİ ARKADAŞIMA MEKTUP


Üniversiteli Arkadaşıma Mektup


Sare Şanlı

etiketler: sare şanlı üniversite eğitim
Kafanda bin bir soruyla, stresle, yüzünde sivilcelerle girdiğin üniversite sınavında ter döktün, korktun, gerildin biliyorum, ben de yaşadım yıllar önce hepsini. Sen çalıştın çabaladın, Allah da yardım etti ve iyi bir puan tutturdun. Yine de rahatlayamadın değil mi?
Çünkü hangi üniversiteye, hangi bölüme gideceğini düşünemedin, bilemedin bir türlü. Hayata değil, sınava hazırlandın kendini bildin bileli. Tek yapman gereken bu sınavdan yüksek bir puan alabilmekti, aldın.
İyi bir üniversitede okumak istedin, köklü, tanınmış, imkanları geniş bir üniversite. Ama iyi bir bölüm okumak denince kalakaldın. Senin yeteneklerine, mizacına uygun bir bölüm iyi bir bölüm kabul edilmeyebilirdi. Annen baban, öğretmenlerin, büyüklerin senin adına iyi bir bölümü tanımladılar. İş sahası geniş, meslek hayatına atıldığında bol kazanç sağlayabilecek bir bölüm!
Lise hayatın boyunca da kendini ifade edebileceğin, mutlu olabileceğin mesleği pek düşünemedin sen. Etrafında hep, para kazanan insanlar takdir edildi, evi, arabası, masa başı işi, dolgun maaşı olan insanlar örnek gösterildi sana. Mesleklerin erdemi üzerinde duran kimse yoktu. Doktorluk parayı kırmak, öğretmenlik devlete sırtını dayamak demekti. Bir işte çok para varsa o iş iyi işti. Zira parasız mutluluğun olacağına kimse inanmıyordu.
Sen de inanmadın, bir genç olarak içinde yaşadığın toplum, sana hangi ortamı hangi değerleri hazırladıysa çaresiz tabii oldun onlara. İyi bir bölüm okumanın iyi bir mesleğe sahip olmak olduğunu, iyi bir mesleğin bolca para kazanmak olduğunu, paranın rahat etmek ve rahatlığın da mutluluk demek olduğunu öğrendin, kabul ettin.
Kendine ait sandığın, oysa etrafındaki büyüklerin verdirdiği bir kararla üniversitede “iyi” bir bölüme yerleştin. Üniversite kapılarından girdin, içinde hiçbir kıpırtı uyandırmayan derslerle tanıştın. Dersler öylesine sıkıcı geldi ki, kendini cafelere, kantinlere, arkadaşlarla geyik muhabbetlerine attın. Sınavlara ve bir an önce mezun olmaya odaklandın. Artık sadece okulu bitirmeye mecburdun. Hele de aileden uzaktaysan, seni saran karamsar ruh hali, özgür olmanın sarhoşluğu seni boşluğa, lüzumsuz şeylere, vakti bir an önce doldurmaya yöneltti…
Dur arkadaşım, işte orada dur! Okuduğun bölümü sevmeye çalış, derslere ilgi duymaya kendini zorla, hocalarının gözüne girmeye çalış demeyeceğim asla. Sana, bu geri gelmeyecek yıllarını değerlendirebilmen için birkaç tavsiyede bulunacağım sadece.
Gençsin, elbette gezip tozacak, arkadaşlarınla muhabbet edecek, müzik dinleyecek, film izleyeceksin. Ama üniversite bu değil. Kendini keşfedebileceğin en güzel yıllardır bu yıllar.
İlgi alanlarını belirleyebilmenin yolu okumaktan geçer. İş hayatı ve evlilik hayatının koşuşturmalarında okumak için bu kadar fırsatın olmayacak. Okuduğun şehrin, üniversitenin kütüphanelerini sensiz bırakma, okunmayı bekleyen kitapları tozlu raflara terk etme. İlgini çekecek, kendini bulacağın bir şeylerle mutlaka karşılaşacaksın. İnan bana, kitapların adını ve yazarlarını tanımak, raflara bir göz gezdirmek bile kayda değer bir bilgi birikimi oluşturacaktır.
Yaşadığı ülkeden ve dünyadan haberi olmayan bir üniversiteli, gerçekten okuyorum nasıl diyebilir? Haberleri dinlemek on dakikanı bile almaz. Gündemi takip etme alışkanlığını en iyi okul yıllarında geliştirebilirsin. Mümkün olduğunca çok yazar, düşünür, siyaset adamı, alim tanımaya çalış. İnterneti sosyal paylaşım ağlarında kendini ve vaktini kaybetmek suretiyle kullanmak yerine, genel kültürünü artırmak için kullanmayı dene, faydasını göreceksin.
Üniversite biraz da seminer, konferans, kongre demektir. Başlarda sıkıcı gelse bile, zamanla ilgi alanına göre bir şeyler keşfedeceksin. Farklı bölümlerden arkadaşlar edinerek, dikkatini çekecek etkinliklere biraz daha yaklaşabilirsin.  Katıldığın etkinlikleri yaz bir kenara, not al.
İmkanın varsa en az bir dil öğrenmeye çalış. Meslek hayatında avantaj sağlayacağı için değil, seni daha çok insana, daha çok bilgiye ulaştıracağı ve farklı bir bakış açısı sunacağı için yap bunu.
Bir spor dalıyla uğraşıp, gençlik enerjini, beden gücünü değerlendirebilirsin. Derslerden, sınavlardan bunaldığında seni toparlayacak en eğlenceli yoldur bu.
Okulun sanatsal faaliyetlerini mutlaka değerlendirmelisin. Bir müzik aleti çalmak, resim sanatıyla uğraşmak, fotoğraf çekmek… İş hayatının rutin sorunları, sıkıntıları seni kuşattığında, kaçacak bir alanın olduğu için çok sevineceksin ileride.
Sivil toplum kuruluşlarını tanı. Okul dışında da aktif olmanın yollarını ara. Gönüllü yaptığın her iş seni kendini tanımaya, dünyayı tanımaya bir adım daha yaklaştıracaktır.
Şunu unutma, ille de okuduğun bölümle ilgili bir meslek seçmek zorunda değilsin. İstatistiklere bir göz at, kaç üniversite mezunu kendi sahasında çalışıyor? Kendini en iyi ifade edebileceğin, mutlu olup diğer insanlara faydalı olabileceğin bir iş için kendini hazırla. Okulun kısıtlı çevresinde kalma, yeni insanlara tanış. Yaşça büyük insanların tecrübesinden yararlan. Gönüllü çalışarak iş hayatı hakkında bir fikir edinebilirsin.
İlle de iş bulmaya odaklanarak ve attığın her adımı ilerde iş bulmana ya da iş hayatına faydası olacak diye okuma üniversiteyi. Çünkü üniversite iyi bir işi, başarılı bir hayatı garanti etmez.
Üniversite sürekli öğrenmek demektir ve bir şeyler öğrenirsen seni hayata hazırlar ancak. Üniversite okumak, aslında kendini okumaktır bir anlamda.
Sana niye bir mektup yazmak istedim biliyor musun? Birkaç sene sonra mezun olacak ve üniversite hayatın boyunda cebinde “keşke”ler biriktireceksin. Amacım bu “keşke”leri azaltabilmek, elimden geldiğince…
Son Güncelleme 17 Eylül 2012 | 15:00

24 Eylül 2012 Pazartesi

CAHİL TANIMA REHBERİ


CAHİL TANIMA REHBERİ
Efendim, öncelikle bir cahil çok şey bildiğine inanır ve kendisine hayrandır. Asla neyi bilip neyi bilmediğini sorgulamaz, zira bildiğinden o kadar emindir ki…



Her konuda konuşur, yorum yapar, hatta iddiada bulunur. Bilge insanın kendini gizlemesinin aksine, o durmadan kendini pazarlamaya çalışır.
Bilmediği, anlamadığı şeyi saçma veya gereksiz diye etiketler, böylece bilgisizliğiyle asla yüzleşemez.
Kendisi dışındaki insanların asla tam olarak her şeyi bilemeyeceklerine yürekten inanır. Zaten milletin çok kültürlü, bilgili dediği insanlar aslında hiçbir şey bilmiyorlardır.
Gündemi, dünyada olup bitenleri takip etmez. Zihni çok fazla şeyle dolduğu için, sürekli değişen haber akışıyla meşgul olmaya ne gerek vardır ki?
Hele hele o sıkıcı kültür, sanat, siyaset programları! Onlardan alabildiğine uzak durur, bu tür programlar yerine, dizileri, eğlence ve magazin programlarını tercih eder.
Kitap okumak, vakti çok olanların işidir. Her şeyi bilen cahilimizin kitap okumaya vakti ve ihtiyacı yoktur. Çok lüzum görürse, çok satanlar listesinden 2-3 kitabın adını ezberler, o da ona yeter!
Dış görüntüsü en önemli hazinesidir. Güzelliği ve bakımı için harcadığı paralara, saatlere ve emeğe hiç acımaz.
Sık sık alışverişte görürsünüz cahili. İşten, okuldan, ya da her neyle meşgul olduğunu düşünüyorsa ondan arta kalan vaktini AVM’lerde tüketir.  Tüm markaları tanımaya uğraşır, sürekli yeni bir şeyler alma peşindedir. Asla üretemediği için, tüketerek var olmaya çalışır.
En popüler cafelerde oturur, en gösterişli yiyecek içecek neyse onları tüketir.
Devamlı müzik dinler, bilgisayar başında, yürürken, seyahat ederken, dinlenirken… Kulağında hep bir şeylerin olması onu düşünmekten, kafasını yormaktan uzak tutar böylece.
Kitaplardan, kültürel konulardan bahsedilen bir ortamda çok rahatsız olur cahilimiz. Böyle sıkıcı konuların konuşulduğu ortamlara, moda, arabalar, kız erkek meseleleri, magazin gibi son derece önemli(!) konularla apayrı bir hava katmaya çalışır. Başaramazsa durmaz, çeker gider…
"Din konusunda cahil"imiz ise özel bir kategoridedir. Dinini asla asıl kaynağı Kur’an’dan öğrenmez. Etraftan duyduğu “mış,muş”lu bilgilere itimat eder. Din konusu hassastır, bu konuda kafasını bulandırmaz. Zaten kalbi fazlasıyla temizdir, o yüzden ibadeti de canı istediğinde ve işine geldiğinde yapar.
Cahillerin “tahsilli” versiyonları vardır ki, onlar tüm bu yaptıklarını diplomalarıyla belgelerler. Üniversite diplomaları dışında hiçbir meziyetleri yoktur. Kendi okudukları bölümde daha yeterli bilgiye ve donanıma sahip değillerdir. Diploma sahibi olmalarının kendilerini bilgi sahibi yaptığını düşünmenin verdiği o dayanılmaz hafiflikle, zihinlerine hiçbir şey katmadan hayatlarına devam ederler.
Meslek sahibi, hem de “toplumda itibar gören meslek sahibi” cahillerimiz ise, kendi iş sahaları dışındaki hiçbir alanı değerli görmedikleri için ilgilenmezler de. Başka meslekten insanları insandan, başka ilim sahalarını da ilim sahasından saymazlar! İşlerindeki başarıyı hayatlarındaki başarıyla özdeşleştirdikleri için kendilerini geliştirmeye lüzum görmezler.
Cahili bol olan bir toplumda, cahil tanımak eminim zor olmayacaktır.  Keşke cahile bizzat kendini tanıtabilmenin bir yolu olsa!




Sare ŞANLI
k

2012-09-20 15:32:43

EVDE BOŞ OTURAN KADIN

EVDE BOŞ OTURAN KADIN
  Okuyor musunuz, çalışıyor musunuz?



Kadınlar birbirleriyle tanışırken hep bu iki şıklı soruyu sorarlar birbirlerine. Üçüncü bir şık yoktur.

Çünkü bir kadın okumuyor veya çalışmıyorsa, evde boş boş oturduğu varsayılır.  Dolayısıyla böyle bir kadınla tanışmaya ve başka soru sormaya da gerek duyulmaz. Tanışmaya değer kadınlar ya okurlar ya da çalışırlar.
Üniversitede okumak yeterli bir meşgale kabul edilir. Velev ki kızımız,  hiçbir sosyal, kültürel aktiviteye katılmasın, sınavdan sınava okula uğrasın,  öğrenciliği gezip tozmaktan, sorumsuzca eğlenmekten ibaret sansın. Haber izlemesin, Başbakanının adını bile bilmesin, Türkiye’nin yerini haritada gösteremesin, Hitler’i bir pop şarkıcısı sansın. Olsun o sırf üniversiteli olduğu için okumayan kızlardan daha üstündür.
Çalışan kadın ise daha fazla takdir görür. Toplumda belli bir statüsü vardır. Mesleği önemli değil, isterse kendi evine temizlikçi tutup, bir şirkette temizlik görevlisi olsun, çocuğunu bakıcıya bırakıp, anaokulunda çalışsın. Varsın işine gidip gelmekten, gelince evinin işini haldır huldur yapmaktan öte bir gündemi olmasın. Kitap okumasın, dünyada olup bitenden haberi olmasın, hasta komşusunu görmesin, sigorta primine endeksli hayatıyla emeklilik için koştursun. Çalışıyor olmak, onu evde oturan kadından üstün kılan bir meziyet olarak kabul görmeye yeter.
Yazık ki bugüne kadar erkekler tarafından küçümsenen ev kadınları şimdi bizzat kendi hemcinsleri tarafından “Bütün gün evde boş boş ne yapıyorsun? Hiç sıkılmıyor musun?” sorularıyla yahut laf aralarında sıkıştırılan“Tabi, sen evdesin, ne güzel yan gelip yatıyorsun” şeklindeki alaycı cümlelerle değersizleştiriliyor.
Dışa dönük bir hayat geniş ve dolu bir hayat, içe dönük ev merkezli hayat dar ve boş bir hayat kabul ediliyor.
Halbuki insanın kendini eğitebildiği her yer bir okul değil midir? Ev, kadın isterse ve gereken desteği bulursa en verimli en güvenli okula dönüştürülebilir. Bilgiye ulaşmak için üniversite sıralarından geçmeye gerek yoktur. Günümüzde kitaplar ve internetteki kaynaklar öğrenmek isteyen insana üniversitelerin sunduğundan çok daha fazla imkan sunuyor.
Çalışma hayatında yer almadan da kadın, kendi çocuklarından tutun, komşularına, arkadaşlarına ve akrabalarına kadar birçok insanın hayatında birçok şeyi olumlu yönde değiştirebiliyor.
Bugün çeşit çeşit sivil toplum kuruluşu kadınlar sayesinde faaliyetlerini yürütüyor. Birçok kadın el emeği ürünlerle kermesler düzenleyip, dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerine yardım gönderiyor.
Öğrenen, öğreten, sürekli bir uğraş içinde olan öyle ev kadınları var ki, sırf para getiren bir işte çalışmadıkları için emekleri görmezden geliniyor.
Kadının çalıştığı veya okulda okuduğu zaman değer görür hale gelmesi, evinde oturduğunda değersizleştirilmesi, onun varlığına ve toplumdaki konumuna yapılan haksızlıktan başka bir şey değil. Çünkü bir kadın bir şeylerle uğraşmayı, öğrenmeyi, üretmeyi istedikten sonra, bunu okuyarak ve çalışarak yapabildiği kadar evini hayatın merkezine alarak da yapabilir.



Sare ŞANLI
k

2012-09-24 10:43:35

15 Eylül 2012 Cumartesi

ARAKAN DİYETİ YAPAN DÜNYA ÇOCUKLARI

ARAKAN DİYETİ YAPAN DÜNYA ÇOCUKLARI !
  Tam teşekküllü hastanelerin, lüks odalarında, en hijyenik koşullarda dünyaya gelmelerine rağmen ağlar "barış ülkesinin bebekleri".  Nasılsa büyüdüklerinde ağlayacak gerçek sorunları olmayacaktır.  



En besleyici yiyeceklerle doyup, en güzel kıyafetleri giyerek, çocukluklarını huzur içinde yaşarlar. Güzel evlerinde, sıcacık odalarında oyunlarını oynarlar.
Evlerindeki konforu aratmaz okulları, derslikleri, kütüphaneleri. Okuyacak bir sürü kitapları olur, defterleri, kalemleri, ders çalışabilecekleri odaları olur onların… Okul servisine binip, güvenle okullarına gitmeden önce, annelerini neşeyle öperler, döndüklerinde kendilerini bekler bulacaklarını bildikleri için.
Gençlikleri doya doya yaşarlar, hayal kurar, gezer tozar eğlenirler. Okulu bitirmeyi, meslek sahibi olmayı, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı, rahat ve huzurlu bir hayatı düşlerler, gerçekleşme ihtimalinin ne denli kuvvetli olduğunu bilerek…
Bazen ufak tefek sorunlarıyla uğraşırlar, çok büyükmüşçesine. Aldıkları kilolar sıkıntı oluverir başlarına. Yedikleri çikolataları, cipsleri, tatlıları, kalorili onca gıdayı suçlarlar. Çeşit çeşit diyetler denerler, o fazla kilolarından kurtulabilmek için. Ne de zordur diyet yapmak onca yiyeceğin içinde!
                                                        
    -----------------------------------
"Savaşın bebekleri" dünyaya geldiğinde, yokluğun, açlığın ve hastalığın içine düştüğünü bilircesine ağlar. Hep ağlayacaklardır da zaten… Anneleri hastanede doğurmayı ne çok isterdi onları. Her yeri yakılıp yıkılan şehirlerinde bir tek hastane bırakılsaydı…
Anne sütü aldığı zamanlar karnının en çok doyduğu zamanlardır savaş çocuklarının. Sonrasında yiyecek bulamazlar çoğu zaman.  Güzel elbiseleri olmaz, güzel evleri de… Üşürler, hastalanırlar, sahipsiz kalırlar koca yeryüzünde.
Açlık, hastalık ve savaş bazılarının okulla tanışmasına bile izin vermez. Tanışabilenler ise her gün korkuyla giderler okullarına, çoğu zaman kitapsız, deftersiz, kalemsiz, hatta dört duvarı olmayan ama ismine okul dedikleri yere... Döndüklerinde bulamazlarsa diye annelerini daha fazla öper, daha sıkı kucaklarlar. Anneler ise buğulu gözlerle yolcular ciğerparelerini, ya dönemezlerse korkusunun sardığı bedenleri titreyerek...
Gençlik neydi onlar için? Çocukluklarını yaşamışlar mıydı ki, genç olabilsinlerdi? Bir parça ekmek bulmayı, karınlarını doyurup hayatta kalmayı, barışa uyanmayı hayal edebilirler sadece.
Devasa bir sorunun içinde olmaktan, ufak tefek sorunları fark etmezler bile. Fazla kiloları olmaz. Çok kalorili ürünlerle hiç tanışmazlar çünkü. Tüm dünyanın karnının fazlasıyla tok olmasının diyetini öder gibi, doğduklarından beri diyettedirler. Kimi Arakan, kimi Somali, kimi Filistin diyeti der adına… Ne zordur diyet yapmak, ölümün nefesi ensende ve savaşın içinde, ne zaman biteceğini bilmeden…


Sare ŞANLI
k

2012-09-13 17:04:51

11 Eylül 2012 Salı

KADINLAR ZAYIFTIR, ANNELER İSE GÜÇLÜ

KADINLAR ZAYIFTIR ANNELER İSE GÜÇLÜ
Çocuk hayatınıza bir kez girdi mi, tüm alışkanlıklarınızı unutturur, yaşam biçiminizi tamamen değiştirir. O gelmeden önce sıradan olan birçok şey olağanüstü, hiç bilmediğiniz tanımadığınız birçok şey de sıradan oluverir.




Özgürce gezip tozmalar, aniden çıkılan seyahatler, ziyaretler, konferanslar, programlar, konserler, sergiler, her tür sosyal aktivite geride kalmıştır bir süreliğine. Uzun bir süre… Günlük rutin dahilindeki bir çok şey de artık küçük patronun iznine tabiidir. O müsaade ettiği ölçüde yapabilirsiniz kahvaltınızı, gazete okumayı, haber dinlemeyi, duş almayı, yemek yemeyi öyle rahatça ve canınız istediğinde yapamazsınız. Aralıksız bir uyku çekmenin meğer ne de kıymetli bir şey olduğunu, uykunuz geldiğinde uyuyabilmenin artık kaybettiğiniz bir hazine olduğunu öğretir size uykusuz geceler.

Bazen de hiç yapmadığınız şeylere dalıp gidersiniz çocuk sayesinde. Organik besin araştırmaları, marketlerin bebek ürünleri reyonunda geçen uzun süreler, çocuk gelişim kitapları ve web siteleri, uzun emzirme saatleri, bez değiştirme merasimleri, annelerle girilen bebekli sohbetler…İlgi alanlarınız bile annelik hormonlarınızın istilasına uğramış, yön değiştirmiştir. Alışverişlerde kendinizden önce düşündüğünüz biri için kıyafetler seçerken bulursunuz kendinizi. İnternete girdiğinizde haberleri okumadan önce, bebeğin gaz sorunuyla ilgili araştırmaya dalarsınız.
Benim gibi, çocuğunu kendi başına 7-24 doya doya büyüten, eğiten, yaşayan bir anne için çocuk öyle çok şey demek ki… Sevmek demek önce… Her şeye rağmen, tüm sıkıntılara, acılara, zorluklara rağmen ufacık güzellikleri, azıcık lezzeti almaya çalışarak sevmek. Sonunda güzellikleri büyütmek, lezzeti artırmak… Tüm vaktini, tüm varlığını azar azar ama devamlı tüketen bir varlığı sınırsızca ve karşılıksız sevmek… Sürekli emek harcamak, çabalamak, alabildiğine vermek, vermek ve bir gülücükle,bir kucaklamayla, bir annem sesiyle yetinmek… Verdikçe daha çok sahiplenmek, alışmak ve daha derinden, daha yürekten sevmek…
Merhameti öğretir çocuk… Evet merhametin yolu evlat sahibi olmaktan geçermiş. Daha önce başka çocuklara hiç böyle bakmadığını fark edersin. Hepsi senin çocukların olur artık, kendini onların annesi yerine koyarsın. Kiminin üstü ince görünür gözüne, üşür diye endişelenirsin. Kimi kaykaydan kayarken düşerse diye korkarsın, kiminin bir köşede ağlaması burkar yüreğini. Yetimler, kimsesiz çocuklar, sokak çocukları içini bir başka acıtır, annesizliklerini şimdi daha iyi anlarsın. Haberlerde yoksul çocuk, aç çocuk görmek istemezsin, dua edersin hepsi gülsün diye. Evet duaların da değişir, artık bebekler ve anneler ilk sırada gelmeye başlar. Allah önce tüm bebekleri korusun, onları annelerine, annelerini onlara bağışlasın istersin.
Sabretmek neydi acaba anne olmadan önce? Neye sabrediyordum ki? Meğer uykusuz kalabiliyormuşum, açlık da dayanılmaz değilmiş. Çok sevdiğim şeyleri yapmadan da durabiliyormuşum. Saatlerce kollarımda sallayabilecek gücüm var mıydı acaba daha önce? Fedakarlıkla ve sorumluluk duygusuyla harmanlanan bir sabır gelir oturur hayatın orta yerine. İlk kez bir başka varlık için yaşamaya başlamanın sorumluluğuyla,bağırmadan, kızmadan, isyan etmeden yavrusuyla gönül bağını kuvvetle kurabilen anne kazanacağını bilir. Hem kendi çok şey öğrenecek, hem çocuğu huzur içinde büyüyecektir.
Sabredilecek, beklenip görülecek çok şey olacak biliyorum. Hani meşhur yazar Victor Hugo’nun o güzel sözü var ya  “Kadınlar zayıftır, anneler ise güçlü.” İşte ben her annede kocaman bir kalp ve sabredecek güç olduğuna çok fazla inanıyorum.



Sare ŞANLI
k

2012-09-11 17:27:21