Batıda yaşlanmak ister miydiniz?
”Dünyanın en sağlam ekonomisine sahip olan Almanya, kendisini bugünlere taşıyan on binlerce vatandaşını hasta ve yaşlı oldukları için başka ülkelere ihraç etti.” Evet, yanlış okumadınız, bu haber yakın bir tarihte The Guardian gazetesinde yer aldı. Almanya yaklaşık 10 bin hasta ve yaşlı vatandaşını Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerdeki huzurevlerine gönderdi.
2050 yılına kadar Almanya’nın genç nüfusu 10 milyona yakın bir azalma gösterecek, yaşlı ve bakıma muhtaçların sayısı ise aratarak yüzde 15’i bulacak. Ülke ekonomisinin bu kadar insanı bakmaya yetmeyeceği gerekçesiyle uygulamayı savunanların sayısı hiç de az değil. İşte ben merkezli, haz odaklı ve seküler düşünce yapısına sahip kafaların bencilliğinin ve faydacılığının geldiği son nokta! Umarız son noktadır, zira insan daha ötesini düşünemiyor.
*
Aslında Batı içindeki yaşlı nüfusla uzun zamandır mücadele ediyor. Batının değerlerine göre yaşlılık denilen evre doğal bir süreç olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor. Çünkü yaşlanan insanişgücüne dönüştürülemeyen, yaşadığı toplumun sırtında bir yük gibi taşınan, işe yaramayan bir varlık olarak algılanıyor. Çalışma çağındayken “girdi” olarak değerlendirilen insan, yaşlandığında bu vasfını kaybediyor. Sonrasında “geri dönüşüm” ile de değerlendirilemediklerinden adeta çöpe atılıyorlar. Bu yüzden Batılı insan ölümden daha çok yaşlanmaktan korkuyor. Yaşlanmayı geciktiren ürünlere servet ödemeleri de bu korkunun varlığını doğrulamıyor mu?
Batılının doğduğu andan itibaren ebeveyninin bencilliğiyle bakıcılara, kreşlere emanet edilmesiyle başlayan yalnızlık süreci, kendini her daim garanti altında tutma, genç ve güçlü kalarak kimseye muhtaç olmama gayretiyle devam ediyor. Aile kavramının yok olması, bireyin Allah’tan çok kendine güvenmesi, bir başınalığın yegâne yaşam biçimi olarak gösterilmesi Batı’da yaşlanmanın ve kendi kendine yetememenin bir felaket olarak algılanmasına yol açıyor.
İnsanın kimseye muhtaç olmama isteği ne kadar doğal bir his olsa da, bunun mümkün olmayacağı da o kadar net bir gerçektir. Nitekim Batı insanı gerçeği göz ardı ederek yaşamanın bedelini yaşlandığında ödüyor. Hayatı yalnızca zevklerden ibaret algılayıp, güç, para ve haz peşinde koşan insan, muhtaç olanı görmezden gelerek yaşadığında ve nesillere de bunu tembihleyip aktardığında, kendi muhtaç ve çaresiz zamanında nasıl olumlu bir tepki bekleyebilir? Almanya’da vuku bulan hadise, bugün genç ve güçlü olanların yarın ihtiyarladıklarında aynı duruma hazır olduklarını gösterir mi? Hayır! Batı’nın en temel problemi de bu değil mi zaten? Merkeze hep kendini, kendi bedenini ve kendi isteklerini alarak düşünmek, yaşamak ve planlar yapmak. Kendi canı yanmadığı sürece, başkalarının acılarına aldırış etmemek…
*
Dünyayı saran bencillik, benmerkezcilik, güç, para ve haz için yaşama gayreti çok şükür şimdilik Doğu toplumlarında bilhassa Müslüman coğrafyada Batı’daki kadar zalimane sonuçlanmıyor.
Lakin hızlı Batılılaşma sürecimizde işlevini yitiren ve bakıma muhtaç yaşlıyı sırf duasını almak ve hayırlı evlat olmak adına evimizin sıcaklığında bakmaya devam edebilecek miyiz?İş ve alışveriş hayatımızdan feragat edip yalnız yaşayan yaşlılarımızın gönüllerini almayı kıymetli bir görev addedebilecek miyiz? Yoksa “İçinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz” hadisi şerifini unutarak bizler de yaşlılarımıza Batının reva gördüğü benzer muameleyi mi yapacağız? Eskiden olduğu gibi sözü dinlenen, saygı ve hürmet gören bilge yaşlılarımız mı olacak, yoksa nankörlük gösterip hangi huzurevine atıp kurtulsam diyeceklerimiz mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder