Tahammülsüzlüğümüz
Çocukken aniden elektrik kesilmesi sıradan akşamlarımızı renklendirirdi. Çünkü herkes uğraşmakta olduğu işi bırakmak zorunda kalırdı. Babam gazetesini, annem örgüsünü, biz çocuklar da derslerimizi yada izlediğimiz çizgi filmleri. Böylece kimse karanlıkta yapacak başka bir şey bulamadığından, sohbet etmeye başlardık. Anne babamıza çocukluk anılarını anlattırır, sonra mum ışığının duvarda oluşturduğu gölge sahnesinde maharetlerimizi sergilerdik. Ellerimizle çeşit çeşit hayvan şekilleri yapıp, kardeşler arası birinciyi seçerdik. Elektriğin sık sık kesilmesine üzülmez, hatta bizi başka yerlere dağılmaktan alıkoyup mum ışığında dahi olsabirbirimizin yüzüne bakmaya mecbur etmesine sevinirdik.
Hayatımızda elektriğin kapladığı yer arttıkça elektriksizliğe olan tahammülsüzlüğümüz de arttı. Kimse akşam kesilen elektrik sayesinde birbiriyle sohbet edebileceği için sevinmiyor. Televizyonda yarım kalan program, internette kesilen sohbet, makinede kalan çamaşırlar, mum veya feneri nereye koyduğunu bulamamak haddinden fazla öfkeye sebebiyet verebiliyor.
Doğalgaz ve su kesintilerinde de durum farklı değil. Kısa süreli bile olsa telefon hattında yaşanan problemler, bozuk asansör, geç gelen otobüs, bozulan fotokopi makinesi de modern insanın tahammül gösteremeyeceği olağan üstü durumlardan sayılıyor. Bedelini ödediği hizmeti eksiksiz ve kusursuz almayı en tabi hakkı gördüğünden ilk tepkisini de yetkili mercilere kızarak yada söverek ortaya koyuyor. Sonrasında da her tür legal ve illegal yola başvurarak eksiklik, kesinti yahut sıkıntının giderilmesini sağlıyor.
İnsanın uğradığı haksızlığa, sıkıntıya usulünce itiraz etmesini anlıyorum ama sıkıntısız ve engelsiz, yani her daim tıkırında giden bir hayat beklemek ne kadar sağlıklı?
İnsanca ve daha önemlisi müslümanca düşününce endişe, keder ve yokluğun, hayatın kendisi gibi Allah tarafından yaratıldığını kavramak, tüm bu sıkıntıların imtihan aracı olmasının yanı sıra insanı şekillendirdiğini görmek hiç de zor olmuyor.
Lakin çağdaş dünya, insanca ve müslümanca düşünmenin önüne öyle çok engel döşüyor ki, tüm bu engeller günümüz insanının tahammülsüzlüğünü besliyor ancak. Modern insan alabildiğine tahammülsüz. Beklemeye, aksiliklere, yokluğa, imkansızlıklara kısaca yolunda gitmeyen her şeye karşı tahammülsüz. Zira “bireysel haklar” üzerinden yürütülen söylemler bencilliği besliyor ve bireyselliğin altını çiziyor. Benlik kuvvetlendikçe insan her şeye hükmedebileceği yanılgısı içine düşüyor. Benliğini merkeze almaya başladıkça dünyadaki her şeyin onun hizmetinde ve onun istediği şekilde çalışması/yürümesi gerektiğini ve iyi olan her şeyi kendisinin hak ettiğini düşünmeye başlıyor. Dünyayı “ben” ekseni etrafında döndürmeye çalışınca tahammül etmesi gereken değil,tahammül edilmesi gereken konumuna geçiveriyor.
Alışverişe saatlerini harcarken, kasada bir dakika bekletilmeye tahammül gösteremiyor. Gün boyu gezip tozuyor, otobüsün beş dakika gecikmesine tahammül edemiyor. Cafede çayının bir dakika geç getirilmesine, metroya binerken önce inecek yolcuların çıkmasını beklemeye, yolculuk esnasında ağlayan bebeğin sesine, üst komşunun tıkırtısına, iş arkadaşının hapşırığına, kocasının yatılı misafirine, karısının akşam yemeğini hazırlamamasına, çocuğunun meraklı sorularına, arkadaşının derdini dinlemeye tahammülsüz.
Sıcak suyla çabucak yapılan hazır kahveye alıştığından, ocaktaki Türk kahvesinin ağır ağır on dakikada pişmesini de bekleyemiyor. Benzer şekilde hazır çorba ve konserve yemek tüketmek de aynı tahammülsüzlükten.
Şüphesiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! (Bakara 155)
Schopenhaur “Hayatta rotamızı şaşırmamak için her zaman belli bir miktar endişe, keder ve yokluğa ihtiyaç duyarız” sözünü söylerken Bakara 155’den haberdar mıydı?
Ya biz?
Son Güncelleme Bugün | 12:34
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder