Çok kardeşle bir arada olmanın sayılamayacak kadar fazla avantajı olduğunu düşünürüm, zira kendim de dört çocuklu bir ailede kardeş sevgisine doyarak büyüdüm. Ancak çok sayıda çocuğu büyütüp, eğitebilmek anneler için ne kadar keyifli ve mümkün sorusuna her annenin kendine has durumundan mütevellit farklı yanıtlar verebileceğini de göz önünde bulundurmalı. Kadınları çok sayıda çocuk doğurmaya teşvik ederken, onların bu noktada yaşadığı ve yaşayacağı sorunlara da kulak vermek gerektiğini düşünmekteyim. Baba açısından sorun teşkil etmeyen birçok durum anne açısından aşılamaz birer engel olabilir. Bu noktada sorunun kaynağına inerek çözüme daha sağlıklı varılabileceği kanaatini taşıyarak, en çok da annelerin karşılaştığı engel ve sorunları kendimce tespit etmeye çalıştım:
Kent Hayatı
Köyler çocuklara özgür bir çocukluk sunuyordu. Çocuklar doğal bir ortamda yetişiyor, tozla toprakla oynuyor, güneşin yağmurun yeşilin tadını çıkarıyordu. Akrabalar ve aile efradı birbirine çok yakın mesafede hatta çoğunlukla aynı ev içerisinde oturduğundan çocukların sorumluluğu tek bir kişinin yani annenin sırtına yüklenmiyor, diğer aile üyeleri ve akrabalar tarafından paylaşılıyordu. Komşuluk da en az akrabalık kadar ciddi ve samimi bir kurumdu.
Köy hayatının insanları bir arada ve yan yana tutmasının bireyi güçlendirmesi ve asla yalnız hissettirmemesi geçmiş dönemlerde kentlerde de kısmen mevcuttu. Köyden kente göçen insanlar, nadiren yalnız başlarına gerçekleştiriyordu bu göçü. Hısım akrabayla yahut geniş aileleriyle gelip yerleşiyorlardı kente. Bu da aile apartmanı geleneğini beraberinde getiriyordu. Dolayısıyla anne ve baba, çocuk sahibi olmak isterken yine yalnız kalmıyordu. Kendilerine destek olacak bir yakınları ev yada apartman içinde her daim mevcuttu.
Bugün iki odalı apartman dairelerine sıkışan çiftlerin en yakın akrabalarına dahi uzakta oturmaları komşuluk denilen kurumun yitirilmesi ve çocuğun güvenle oynayabileceği alanların kısıtlı olması çocuk sayısında düşüşü beraberinde getiriyor.
Annenin Çalışma Hayatı
Aslında anneler geçmiş zamanlarda da hep çalıştı. Evde, tarlada, bağda bahçede, çeşitli köy işlerinde ya da evde yerine getirilen sanatsal işlerde. Lakin geniş ailenin sunduğu imkanlar sayesinde evdeki işler ve çocuğun bakımı paylaşıldı. Anne kendisi dışarıdaki veya içerideki işlerle meşgul olduğunda, çocuğunun emin ellerde olduğunu biliyordu.
Bugün sanayi toplumunda annelerin çalışma koşulları hiç şüphesiz çok acımasız. Anneyi ve çocuğu merkeze alan bir çalışma anlayışı yerine günün çok büyük kısmını iş yerinde harcamayı dayatan bir mesai sistemi var. Üstelik anne uygun bakıcıyı ya da yuvayı bulana kadar, işteyken aklı çocuğunda kaldığından veriminin düşmesi tehlikesiyle de yüzleşmek durumunda kalıyor. İşinden dönen anneyi ev işleri, alışveriş ve yemek yapma gibi sorumluluklar beklerken, çocuğa gereken ilgiyi göstermek kolay olmuyor.
Kariyeri uğrunda hem kendini, hem de çocuğunu sıkıntıya iten kadın eleştirilebilir ama erkeğin maaşının yalnıza ev kirasına ve faturalara yettiği bir ailede çalışmak zorunda olan kadın için durum hayli zor.
Abartılı Annelik, Silik Babalık
Anne çalışmamayı tercih ettiğinde de arka arkaya çocuk getirmiyor dünyaya. Çünkü bu defa anne, tek başına üstlenmek zorunda olduğu yeni mesleğiyle başa çıkmakta zorlanıyor. Yakınlarından uzakta, bir başına yaşayan anneler günün her saatini çocuğunu yetiştirmeye adayınca, kendisi için hiçbir şey yapamamanın acısını yaşayabiliyor. Bütün gün evde oturması, eşi tarafından ona karşı doğrultulan bir silah olabiliyor. Çocukla ilgilenmesi bir iş olarak görülmediği gibi, ev işlerini dört dörtlük yapması, üstüne başına çeki düzen vermesi, üç-dört çeşit yemekten oluşan sofrayı hazır etmesi ve tüm bunların aksamaması beklenebiliyor.
Günümüz mesai sisteminde babaya düşen tek görevin para kazanıp evi geçindirmek olması, çocuğun beslenme ve bakımını, eğitimini, terbiyesini ve her tür sosyal faaliyetini de annenin üzerine yüklüyor. Anne çocuk yetiştirmekten memnun olsa bile, çocukların sorumluluğunu tek başına üstlenmek gibi ağır bir görevin altına girmekten çekiniyor. Zira uzun bir süre annelikten başka hiçbir uğraş edinemeyecek olmak, çocuklu misafir kabul etmekten çekinen akraba ve yakınlar nedeniyle çoluk çocuğunu alıp bir değişiklik yapabileceği en muhtemel ortamdan da yoksun kalmak, annenin çocuklarıyla birlikte dört duvar arasına sıkışan yaşantısını daha da zorlaştırıyor.
Mevcut Zihniyet
Dünyaya bir çocuk getirme/getirmeme isteğimiz hayata bakış açımızdan bağımsız ele alınmamalı. Maddi sıkıntılar bahane edilebilir, lakin kırk-elli yıl evvel ekonomik durumuz daha iyi değildi. Dolayısıyla rızık endişesi ile çocuk sahibi olmayı istememek bir bakıma azalan tevekkülün göstergesidir. Zira her canlının rızkı daha o canlı dünyaya gelmeden temin edilir. Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir." (Ankebut, 29/60)
Seküler hayat tarzının insana dayattığı sayfalar dolusu ihtiyaç listesinin bir kopyası da çocuklar için tasarlanmıştır. Ebeveyn çocuğun karnını doyuramama endişesinden çok, oyuncaklarını ve kıyafetlerini istenen kalitede tedarik edememekten, ona has bir oda düzenleyememekten, eğitimine yeterli parayı harcayamamaktan (koleje gönderememek, özel ders aldıramamak, gitar kursuna yollayamamak) korkuyor. Zira çocuğa maddi imkânlar sunmak, her istediğini yapmak iyi ebeveyn olmakla özdeşleştiriliyor. Daha ileri giden ebeveynler henüz dünyaya gelmeden çocuklarına ev ve araba almanın hesabını dahi yapabiliyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında çoğunlukla çocuk sahibi olmak istemeyenlerin maddi sıkıntıları öne sürdüklerini görürüz. Tüm maddi koşullar yerine geldiğinde çocuk sayısında artış gözlemlenir mi? Çocuğa bir rahmet gözüyle bakmak yerine külfet gözüyle bakan anlayış mevcut olduğu sürece hayır. Zira çocuk sorumluluk ve fedakârlık ister, kişinin konforunu tehdit eder. Hep kendi istekleri için yaşamaya alışmış, başkalarının duygularına, isteklerine, acılarına ve sıkıntılarına duyarsız kalarak yetişmiş insanlar için bir başka varlığın sıkıntılarına tahammül etmek göze alınması zor bir iştir.
Sonuç Yerine
Niyetim, üç veya daha fazla çocuk sahibi olmanın mevcut düzende ve yaşadığımız çağda imkansız olduğunu vurgulamak değil, bilakis, çocuğu dünyaya getirmenin ve yetiştirmenin önündeki engellerin kaldırılması maksadıyla mevcut durum ve sıkıntıların tespitini yapmak. Çocukların varlığını ve rahatını düşünen bir şehir yapılanması, annelerin yükünü hafifleten düzenlemeler ve annece tasarlanmış iş koşulları, babaların mesai saatlerini babalığa fırsat verecek şekilde tanzim edilmesi ve ebeveynleri çocuk yetiştirmeye, anneliğe ve babalığa özendirilmesi gibi gerekli ve önemli adımlarla çocuk sayısında artış yaşanabilir.
Buradan, ne kadar çok çocuk o kadar iyi şeklinde bir algı yahut, insanın bakamayacağı, eğitimini veremeyeceği sayıda çok çocuk dünyaya getirmesi gibi bir yanılgı çıkmasın. Lakin hadis şeriflerde de belirtildiği gibi, çocuk bulunmayan evde bereketin olmadığını*, kendisine dua eden evlat sayesinde kişinin ölse bile amel defterinin kapanmadığını da** hatırlamak gerek.
*Kenzü’l-İrfân; 338/844 (Menavî’den)
**500 Hadis; 45/67 (Müslim’den)