26 Aralık 2013 Perşembe

PARA,İSRAF VE İNFAK

Para, israf, infak!..

 Sare Şanlı
Şayet bir milyonunuz olsa neler yapardınız?
Çoğu insan ilk önce bir ev, araba, ardından kalan miktarla iş kurma, dünyayı gezme, tatile çıkma ve tüm diğer şahsi isteklerini sıraladıktan sonra ihtiyaç sahiplerini de unutmayacağını mutlaka ekler. Niyet güzeldir, mutlaka yoksul için, yetim için, muhtaç için zihinde ve kalpte bir pay ayırırız bizim olmayan servetten. Ancak servet bizim olunca uygulamak bu kadar kolay olur mu bilemeyiz. Bir bakmışsınız hayalinizdeki ev birken ikiye çıkmış, istediğiniz arabanın modeli yükselmiş, dışarıda yemek, seyahatlere çıkmak, daha lüks mağazalardan giyinmek derken kazandığınız para pek o kadar çok görünmemeye başlamış gözünüze. Bireysel ihtiyaçlarınızın birini giderdiğinizde öbürünün ortaya çıktığını ve bunun kısır bir döngü olduğunu fark edemeden durmadan kendiniz için harcadığınızı anlayamamışsınız bile.
Durum böyledir çoğu zaman, paramızla birlikte şeytanlarımız da çoğalır. İsteklerimizin her biri değişmeye/artmaya başlar ve standartlarımızı yükseltme endişesi sinsice yakalar bizi. Kendimize ve kendi gereksinimlerimize odaklandıkça başkalarının hayatlarına ve ihtiyaçlarına karşı kör ve sağır hale geldiğimizin farkına varamayız. Dedim ya, şeytanlarımız çoğalmıştır, işimiz zorlaşmıştır.
Nasılsa bu yazı servet sahiplerinden bahsediyor ben orta halliyim diye düşünmeyin. Belki kirada oturuyorsunuz, belki küçük bir maaşla kalabalık bir aileyi geçindiriyorsunuz. Ancak en fakirinin dahi nice ülkeye kıyasla zengin olduğu ülkemizde bu konuyu bir kez daha düşünün.
Gereksiz yere eve doldurduğunuz abur cubur paketlerini, yada dolabınızdaki gömlek sayısını, çantalarınızın renk ve desenlerini, sofralarınızdaki yiyeceklerin çeşitliliğini (ve fazla kilolarınızı), cep telefonunuzu kaç taksitle aldığınızı, içtiğiniz sigaraları, süs eşyalarınızı, boşa akıtan musluklarınızı, sönmeyen lambalarınızı, dolaplara sığmayan çarşaf ve battaniyelerinizi, hiç giymediğiniz kıyafetleri, çöpe döktüğünüz yiyecekleri… Gerçekten tüm harcamalarınız lüzumlu ve yerinde mi, gerçekten paranızı düşünerek mi harcıyorsunuz? Gerçekten bağışta bulunamayacak durumda mısınız?
Bu hafta hiç hazır gıda tüketmeseniz, çok beğendiğiniz pantolonu bu ay almasanız ne kaybedersiniz? Telefonda daha az konuşup, sigarayı bıraksanız? En iyisi bazanın altında küflenmeye terk ettiğiniz battaniyeyi çıkarsanız, kaloriferli evlerinizde hiç ihtiyacınız olmayan kazakları temizleyip poşetlere koysanız, yün alıp hırka örseniz, bu ay çocuğunuza almayı planladığınız oyuncağı daha çok sevinecek bir çocuk için alsanız ve bunları yakınızdaki bir ihtiyaç sahibine veya bir yardım kuruluşuna teslim etseniz?  Suriye’de, Gazze’de, Bangladeş’te, Filistin’de, Doğu Türkistan’da ve tüm diğer sıkıntılı ülkelerdeki ve kendi yurdumuzdaki soğuktan titreyen, açlıktan yorgun düşen, çaresiz ve muhtaç insanlar için ufak da olsa bir şey yapmak istemez misiniz?
Elbette zorlanacaksınız, tüketim odaklı dünyamız bize yardıma muhtaçların varlığını unutturmak için elinden geleni yapacak. Sizin ihtiyaçlarınızı daha elzem gösterecek, size zengin olmadığınızı düşündürecek. Yapmayı düşündüğünüz bağışı size küçük ve kıymetsiz gösterecek. Tebük seferini hatırlayalım:
Bu sefer sırasında kıtlığın hüküm sürmesi sebebiyle askerin birçoğunun teçhizatı tam değildi. Bunun için Resulullah(s.a.v) minberden hayırda yarışma ve yardımlaşma seferberliği başlattı. Herkes bu çağrıya gücü ve imkânları ölçüsünce katılmaya çalıştı.
Bu hayırdan mahrum kalmak istemeyen ama verebilecek doğru dürüst bir mala sahip olamayan bir sahabe vardı, Ulbe b. Zeyd. “Ey Allah’ım! Bana nasip ettiğin şu bir parça metaımı tasadduk ediyorum.” der ve Resulullah’a götürüp verir ve şöyle der:
“Bundan dolayı benimle dalga geçen ve beni üzen kimseye de hakkım helal olsun.” O gecenin sabahında Resul onu müjdeler:
“Muhammed’in varlığı kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların divanına yazıldın.” *
Herkes üzerine düşeni yapmakla sorumludur. Televizyonda eğlence programları açmak yerine yoksul insanların haberlerini, savaşın ve kıtlığın içinde mücadele veren çaresizlerin dramlarını izleyeceğiz, internette de tercihimizi onlardan yana kullanacağız. Yoksulu gündemimizde tutacağız, sosyal medyada paylaşacak, arkadaş ortamlarında konuyu açan biz olacağız. Sürekli alışverişe çıkmayacak, mutfaklarımıza tıkılıp kalmayacak, bedenimize odaklanmaktan uzaklaşacağız.  Ölümü düşüneceğiz. Kur’an okuyacağız, hadis okuyacağız, yoksulun halini ve yoksula karşı bir Müslümanın nasıl tavır alması gerektiğini anlatan ayet ve hadisleri hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız.  (Bir tanesini burada hatırlatayım:“Onlar mallarında isteyenler ve istemeyip mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.”(Mearic 24-25)                                                
Yapamayız! Çıplak ayaklarıyla karda yürüyen minicik çocukları, soğuktan donarak ölmüş bebeğini bağrına bastırıp ağlayan anneleri, sofrasında bir tas çorbası olmayan aç insanları, evsizleri, hastaları, kimsesizleri görüp onların durumlarından haberdar olduktan sonra, inancımızın bize yüklediği sorumluluğu bilip, kendi önemsiz ihtiyaçlarımız için para harcayamayız. Yüz binlerce insanın karın gurultusu eşliğinde lüks restoranlarda yemek yiyemeyiz. Evsizler soğuk karın üzerinde uyumaya çalışırken biz geceleri sıcak yatağımızda uyuyamayız. Küçücük çocuklar günlerce aç kalırken, biz yavrumuzun yememekle hiçbir şey kaybetmeyeceği bisküviyi, çikolatayı alamayız.
Küçük de olsa üç beş lira dahi olsa bir katkıda bulunmak için çare aramalıyız. Evimizi didik didik edip, giyilebilecek, kullanılabilecek ihtiyaç fazlası eşyalarımızı yardım kuruluşlarına götürmeliyiz. Çok beğendiğimiz ayakkabılara vereceğimiz parayla kaç battaniye alınabileceğini düşünüp vazgeçmeli o parayı gerçek sahipleri için harcamalıyız.
Ancak böyle yaparsak kendi heva ve arzularımızı tatmin etmek yerine Allah’ı razı edeceğimizi bilmeliyiz. İnsan olduğumuzu, bu ümmetin bir parçası olduğumuzu hissetmek için buna muhtacız.                                                                                    
* (İbn Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye 5/67)
yayın : 23 Aralık 10:21

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder