Sağlıklı bir hayat ne kadar sağlıklı?
Sare Şanlı
Suyu cam şişelerden içen, günlük yürüyüşünü aksatmayan, rutin doktor kontrollerini ihmal etmeyen, organik ürünler tüketerek beslenmesine dikkat eden insanların sayısının her geçen gün arttığını gözlemliyorum. Şimdiye kadar alkol ve sigaradan uzak durmak, kızartmaları olabildiğince az tüketmek, yapay gıdalardan kaçınmak ve hareketli bir yaşam tarzını benimsemek sağlıklı olmak için yeterli iken, bugün neyin sağlıklı neyin sağlıksız olduğunu tespit edebilmek hayli zor. Her kanaldan uzman tavsiyeleri yükseliyor, gazeteler sağlık için ayırdıkları sayfa sayısını günbegün artırıyor. Sağlıklı besin listeleri, diyetler, detokslar, sağlıklı bir hayat için altın kurallar hemen hemen herkesin gündeminde. Ne yazık ki, neye inanacağımızı ve hangi yöntemi uygulayacağımızı bilemez olduk.
Sağlıklı yaşamak artık bir yükümlülük. Günümüz insanı sağlıktan başka bir şey düşünmeme sağlıksızlığı içinde. Başka hiçbir şey korkutmuyor onu kanserojen maddeler kadar. Koruyucu madde avcısı, organik ürün takipçisi, kendi çapında bir beslenme uzmanı… Tüm bunlar büyük zaaflara kapı aralıyor. Organik adı altında yüksek fiyata pazarlanan gıdalar, bio temizlik maddeleri, diyet kitapları ve vitamin/protein takviyeleri devasa bir sektör oluşturuyor.
İnsanların sağlıklı hayat noktasında geldikleri -bana göre- endişe verici durumlarını tam da bu kadar kafaya takmışken, Nazife Şişman’ın Yeni İnsan adlı kapsamlı çalışmasını dönüp dönüp defalarca okudum, notlar aldım. Ciddi ehemmiyeti olan bu çalışmada Şişman, sağlıklı olmanın bireyin sorumluluğundaymış gibi algılanmasına ve sağlığın bir tüketim unsuru haline gelmesine dikkat çekiyor:
“Nasıl ki küresel iktisadi yapının ortaya çıkardığı esnek iş dünyasındaki başarısızlık bireyin yetersizliğine bağlanıyorsa, sağlık alanındaki başarısızlık da tamamen bireyin yetersizliğine bağlanır hale gelmiştir. Yani sağlıklı olmak bireyin sorumluluğunda olan bir şeydir. Diyetinde dikkatli olmalı, sağlıklı beslenmeli, spor yapmalı, kontrolleri zamanında yaptırmalı, erken teşhis imkânını gözden kaçırmamalı, verilen tedavileri harfiyen uygulamalı vs. Bunlar yapıldığında sağlıklı olmak adeta garanti altındadır.
Yaygın olan bu kabulde, bireyin yaşadığı ekonomik ve sosyal çevre hatta ekolojik çevre sanki sağlığı belirleyen bağlamın dışında telakki edilir. Oysa mesela Çernobil kazası sonrası radyasyon sonucu kanser olanlar için hangi bireysel ihmalden bahsedilebilir? Yada Somali’de protein yetersizliğinden pek çok hastalıkla pençeleşen ve erken yaşlarda hayata veda edenler, yanlış bir hayat tarzı seçtikleri için mi bu akıbete duçar olmuşlardır? Küresel ısınmada payı olan gelişmiş ülkelerin sömürge geçmişleri nedeniyle bozulan iktisadi ve siyasi yapının, dünya çapındaki adaletsiz paylaşımın rolünü sorgulamalı değil miyiz? Esasında bu radikal soruların üzerini örtmek ve sağlığı bir tüketim unsuru olarak kullanmak üzere bireyselleştirilmektedir sağlık.”
Mevcut zihniyet sınırları içinde hastalanmak adeta bir suç. Grip olduysanız, aşılanmadığınız, yeterli C vitamini almadığınız, kendinize dikkat etmediğiniz, spor yapmadığınız için olmuşsunuzdur. Tam da bu noktada “hastalık ve sağlık Allah’tandır” diyen teslimiyetçi ve kaderci zihniyet yerini hızla “hastalık da sağlık da bireyin kendi elindedir” diyen kontrolcü bir zihniyete bırakıyor. Bunun için diken üstünde yaşıyoruz. Her şeyi doğru yapma telaşımız, hatasız yaşama uğraşımız neden bazen hüsranla sonuçlanıyor peki? İlle de hatayı bir yerlerde mi aramalı?
Her an sağlığını yitirebilme, hastalanma korkusunun ardında, çok daha büyük bir korkumuz var: kalitesiz bir yaşamın içine düşme korkusu! Parametre kapitalizm olunca sağlıksız bir hayatın, kişiyi sağlıklı insanların sahip olduğu standartların gerisinde bırakacağı düşünüldüğünden mevcut korku bu denli bariz ve tutsak edici boyutta yaşanıyor.
Sağlıklı beslenmeye ve sağlıklı yaşamaya karşı olduğum düşünülmesin. Son yıllarda artan hazır gıda tüketimimiz, sağlığımızı ve nesillerin sağlığını etkileyen tehlikeli maddeler, etrafımızı çevreleyen radyasyon, nükleer kirlilik vs her insan gibi beni de düşündürüyor. Ancak zihnimi meşgul eden farklı sorular var:
Sağlıklı ve uzun bir hayatta neler yapacağımız noktasında bir fikrimiz var mı? Sağlık varsa her şey tamam mı? Önce sağlık mı?
“Hastalıklar bazen bize lütfedilen dertlerdir. Eyyub aleyhisselam, hastalığa sabrı sonucunda ulaşmamış mıdır derece-i alaya? Günümüzde yaşamın her alanı tıbbileştirildiği ve sağlıklı olmak bir fetiş gibi peşinden koşulan bireysel bir çaba haline geldiği için hem yaşama hem de sağlığa emanet perspektifinin dışında tamamen seküler gözle bakılıyor.
Böyle olunca da sağlıksız hayat “kaliteli” olmadığı için anlamsız bulunuyor. Hâlbuki hayatın bize emanet edilmesi, fıtratı bozmamak ve beden emanetini ruhu yüceltme maksadıyla korumak demektir. Dolayısıyla görünüşte “sağlıklı ve kaliteli” olmayan bir hayat insan olmanın anlamını idrak etme bakımından çok da isabetli ve yüksek bir noktada olabilir.”
Parametrelerimizi değiştirerek bakmalıyız dünyaya. Vahiy ekseni ile düşünmekten ve yaşamaktan uzaklaşmadan… “Her şey elimizdeymiş gibi çalışırız ama kaderin elimize hiçbir şey koymayabileceğine de iman ederiz. Bu bize üzerimize düşen her gayreti yapma ile sonuçlara kahrolmama arasında bir itidal getirir.”*
Not: Alıntılar Nazife Şişman’ın Yeni İnsan isimli kitabının, Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam: Yeni Kimlik Stratejisi(syf 127-134) başlıklı bölümüne aittir.
* Doğal Aile/Nureddin Yıldız/syf 95
yayın : 25 Kasım 14:52
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder