Pırlantasız aşk olur mu?
Sare Şanlı
Dindar kesime hitap eden bir kadın dergisinde(aslında derginin niteliğini tam olarak tanımlamakta güçlük çekmekteyim, ancak konu bu değil)beni uzun uzun düşündüren bir makaleye rastladım. Makalenin başlığı şuydu: “Elmas: Allah’ın Kadınlara Bir Lütfu.” Başlıkta geçen ‘Allah’ ve ‘lütuf’ kelimeleri dışında, makalenin içeriğini diğer seküler kadın dergilerinden ayıran hiçbir söylem yok. Aşkın sembolü pırlanta, kadınların olmazsa olmazı, zerafetin parlayan büyüsü, büyük sevgilerin simgesi…
Hatırlayın pırlanta reklamlarını, hani küçücük(!) bir armağanla mutlu olan sahte gülüşlü kadınların oynatıldığı, erkeklerin sevgilerini cüzdanları ölçüsünde gösterdikleri, kredi kartına on taksitli, kampanyalı reklamları diyorum. Yada dizilerdeki, filmlerdeki sahneleri anımsamaya çalışın. Dev aşklarını tek bir yüzüğe yatırdıkları deste deste banknotla ispatlayan cömert erkeklerin, yüzlerine mutluluk maskesi takan kadınların önünde diz çökerek evlilik teklif ettikleri yapay sahneleri… Sevdiği erkeğin kendisine pırlanta almayışıyla kederlenen, kendini kıymetsiz hisseden dizi ve film karakterleri ve bir de erkeğin sevgisini yüzükteki taşın büyüklüğüyle ölçen bir değer anlayışına sahip olanlar… Bilinçaltımızı kirleten tüm verileri iyice düşünün!
*
Kadının ziynet sevgisi, süslenme ihtiyacı inkar edilemez. Ancak kriteri vahiy olan bir Müslüman; bir kadının takıp takıştıracağı mücevherata haddinden fazla harcama yapmasını ve yaptırmasını mazur görmemeli. Nitekim pırlanta sadece bir takı, bir ziynet değildir. Bir altın yüzüğün fiyatıyla tek taş pırlantanın fiyatı arasında on kat fark var ise ve süslenme ihtiyacını makul fiyattaki ziynet de karşılıyorsa, aradaki on kat farkı ödemenin mantığı ne olabilir? Pırlantanın büyüsü mü? Param var ve buna harcamak istiyorum mu? Herkes sevgimizin büyüklüğünü, eşimin bana verdiği kıymeti görsün mü?
Konunun iki boyutu var: Öncelikle pırlantanın dünyada aşkın sembolü ve kadınların vazgeçilmezi haline nasıl ve ne maksatla getirildiğine bakmak gerekir. Pırlanta satışlarını artırmak için pırlantanın çekiciliğini ve gerekliliğini kadınların beynine kazıyan, dizi, film, şarkı ve reklamlarda pırlantayı aşkın sembolü olarak sunan şirketlerinin büyük çoğunluğunun sömürgeci Batı kaynaklı olması düşündürücüdür. Oysa elmas yatakları Afrika’dadır.
Peki, doğada nadir bulunduğu için kıymeti yüksek bir madenin asıl üreticileri olan Afrikalılar ne durumda? İşte işin ikinci boyutu. Onlar sefalet ve iç savaşlar içinde yaşarken, kazancın en büyük kısmını cebe indirenler yine pırlanta şirketlerinin başındaki açgözlü, zalim yöneticiler.
Edward Zwick’in 2006 yapımı Kanlı Elmas filmini izleyenler, pırlantanın acı öyküsünü bilirler. İhracatının %85’ini elmas oluşturan Sierra Leone başta olmak üzere çoğu Afrika ülkesi zengin elmas yataklarına sahip. Bu nedenle bölgede elmas yüzünden iç savaşlar yaşanmakta. Batı bu iç savaşları elmas madenlerini elinde tutan militanlara elmas karşılığı silah vererek alevlendirir ve elması savaşları yönlendirme noktasında zalimce kullanır. Çetelerin, militanların eline geçen elmas madenlerinde binlerce insanın alın teri sömürülür, canları ceplerinde, korku içinde en zorlu koşullarda elmas çıkarmak için didinen yoksul insanlar bir de iç savaşlarda çocuklarını kaybederler. Kaçırılan çocuklar asker olarak acımasızca eğitilir, aileler parçalanır. Topraklarının zenginliği halkın fakirliğinin sebebidir Afrika’da.
Elmasın çıkarıldığı topraklarda bulandığı kan, müreffeh Batı ülkelerinin ışıltılı vitrinlerine gelene kadar görüntüde temizlenir. Kadınlar bol sıfırlı rakamlarına aldırmaksızın hayranlıkla izledikleri bu nadide cevheri ille de kendi bedenlerinde taşımanın arzusuyla yanıp tutuşur. Bilinçaltlarına kazınmış olan “pırlantasız aşk olmaz” düsturuyla sevdikleri adamın cüzdanını boşaltmakta bir mahzur görmezler.
*
“İnsanı sorumlu kılan şey onun insan oluşudur” demiş Ali Şeriati. Ancak Müslüman; insanlığını ve insan olmanın getirdiği sorumluluğu çok daha fazla hissetmek zorunda olan kişidir. Bu nedenle kana bulanmış elmasın öyküsünü bildiği halde, sırf etrafına caka satabilmek kaygısıyla sabıkalı pırlantanın gölgesini düşürmez sevgisine. “Param var ve dilediğim gibi harcarım” diyerek, emeği sömürülen Afrikalıların gözyaşına ve pırlanta şirketlerinin haksız kazancına katkıda bulunmaz. Belki çok daha önemlisi, Müslüman, zihinlerimize sinsice işlenmiş bir zorunluluğu sevgi göstergesi adı altında kabullenecek, bu oyuna gelecek kadar basiretsiz ve gafil olamaz. Zira o “Nihayet o gün dünyada yararlandığınız nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür 8)ayeti çerçevesinde sorumluluğu üzerinde düşünür ve ameline de o ağır sorumluluk mesabesinde yön verir.
yayın : 16 Aralık 10:20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder