16 Ekim 2012 Salı

KADIN=AŞÇI DENKLEMİNDE BİR HATA VAR


KADIN=AŞÇI DENKLEMİNDE BİR HATA VAR!

 Oldum olası sevemedim şu mutfağı. Yemek konusunu abartmayan bir ailede yetiştim, eşimin de bu konuda beklentileri düşük olduğundan mutfakta geçirdiğim zaman hayli azdır.




Keşke her kadın benim kadar şanslı olsa. Öyle değil ne yazık ki. Bazı kadınlar, dostu akrabayı ağırlamak bir yana en çok eşinden çekiyor. Huzurlu bir sofra sunduğu ve emek verdiği için takdir edileceği yerde, bir “aşçı” muamelesi görüp durmadan eleştiriliyor. 
Kimi eş her gün taze yemek bekliyor, kimi en az üç çeşit. Kimisi yemek “haşlak” olmuş, niye iki saat evvel pişirilmedi diye sorun çıkarıyor, kimi tuzu fazla diye bağırıp çağırıyor. Hazırda olan yemeği canı istemediği için reddedip, farklı bir menü hazırlatanları da duydum. Hatta salatanın doğranma biçimini beğenmediği için döktürüp yeniden yaptıran eşler bile var!
Burada niyetim, kadın yemek yapmak zorunda değil, ev işi yapmak zorunda değil diyerek feminist bir yazı yazmak değil. Eminim tüm kadınlar yaptıkları iş takdir edildiği, küçümsenmediği ve suiistimal edilmediği sürece seve seve yemek de yapar, evinin işini de.

Ancak benim dikkat çekmek istediğim konu bambaşka:

Midemize olan düşkünlüğümüz ve bu uğurda harcadığımız (ya da harcamak zorunda bırakıldığımız) zaman.
Hanımına aşçı, temizlikçi, çocuk bakıcısı ve hizmetçi olarak bakan ortalama Türk erkeğinden bahsetmeye lüzum yok; onlara ne deseniz, ne anlatmaya çabalasanız boş. İşin ilginci dini hassasiyetlere sahip erkeklerin de eşlerine benzer muameleyi göstermekten çekinmemesi.

Bazı dindar erkekler, eşinin vasıfları ne olursa olsun, birincil vazifesini aşçılık olarak tanımlamakta hiçbir beis görmüyor. Yaptığı yemekleri eleştiriyor, daha farklı menüler istiyor, yemeğin ardından çay ve kahve servisinin aksamasına tahammül edemiyor.
Acaba, yemek yemeyi hayatının merkezine alan, yemek için yaşayan ve eşine sırf kendi nefsinin tatmin olmasını istediği için eziyet eden bu eş tipinin “Midesinin kulu yüzüstü sürünsün ve helak olsun!” hadisinden haberi var mı?
Yahut; şeklini beğenmediği için karısına yemeği döktürürken “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” ayetinin kendisine hitap etmediğini mi düşünüyor acaba?

Başka coğrafyalarda kardeşleri su ve ekmek gibi temel gıdaları bile bulamazken, üç çeşit olsun, taze olsun, sıcak olsun, tuzlu olmasın diye kapris yapanın kardeşlik bilincinden nasibini aldığını söyleyebilir miyiz?

Mükellef sofralara harcayacağı vakti, ibadete, okumaya, kendini yetiştirmeye, daha huzurlu ve daha bilinçli bir aile ortamı oluşturmaya harcayabilecek kadının saatlerini mutfakta geçirmek zorunda bırakılması ne kadar adil ve ne kadar İslam’a uygundur?
Dindar erkekler bile bu denli midelerinin kulu haline gelip, evlerine bir restoran muamelesi yapıyorsa, Allah’ın erkeklere emanet olarak gönderdiği kadınlar, eşlerinin gözünde aşçı olmanın ötesinde bir kimlik kazanamıyorsa, burada dini bilgiler tekrar gözden geçirilmeli. İnsana belini doğrultacak kadar yiyecek yeter diyen peygamberin ümmeti, midelerinin kulları haline geldiyse yanlış giden bir şeyler var demektir.

Sare Şanlı
2012-10-15 23:02:41

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder