Annelik Sınavı
“Aşk bir kadının çocuğunu kolları arasına aldığı zaman, onun ne denli yapayalnız, ne denli çaresiz, korumasız olduğunu duyumsadığı zaman, çocuğa karşı duyduğu şeydir. Hiç değilse çaresiz ve korunmasız kaldığı sürece seni ne aşağılayabilir, ne de düş kırıklığına uğratabilir.”
Oriana Fallaci’nin Doğmamış Bir Çocuğa Mektuplar kitabını yıllar evvel okuduğumda bu satırlar ilgimi çekmiş, not defterime itina ile yazmıştım. Şimdi minik oğlumu masum uykusunda seyrederken, kollarımın arasında olmasa da aşkı hissediyorum. Uykumu en tatlı anında bölen, gecemle gündüzüm arasında fark bırakmayan, yemek yerken bile rahat vermeyen, hayatımın tamamına yayılan bu küçük insana bir kerecik sarılmak her şeyi nasıl unutturuveriyor şaşıyorum bazen. En çok kızmak istediğim anlarda, korunmasız ve anneye muhtaç bakışlarıyla büyülüyor, kıyamıyor içim.
Emzirmek, karnını doyurmak için neler yapacağını düşünmek ve hazırlamak, defalarca kirlenen kıyafetlerini değiştirmek, uyutmaya çalışmak, oyunlarına katılmak, yıkamak, temizlemek… Emek verdikçe büyüyor sevgim, her geçen gün hayatımın vazgeçilmezi oluyor. Güne onu düşünerek başlıyor, onu düşünerek uykuya dalıyorum.
Şimdi rahat zamanların, bir büyüsün göreceksin, büyüdükçe dertleri de büyüyor diyenlerin bilinçaltıma yerleştirdiği endişeden olsa gerek, öpücüklerin, sarılmaların, gülücüklerin tadını çıkarıyorum. Her an kıymetli ve geçen zaman geri gelmeyecek biliyorum. Geçmişe baktığım da iyi ki geride bıraktım o günleri dediğim anlardan çok, tatlı anılarımız, heyecanlarımız var.
Peki ya gelecek? Fallaci’nin dediği gibi, çocuk çaresiz ve korunmasız kaldığı sürece bir problem görünmüyor. Ama ben de tüm anneler gibi korkuyorum hayal kırıklığına uğramaktan… Tüm dikkatime, inancıma, emeğime karşın üzülmesinden ve beni üzmesinden… Belki ne yaparsa yapsın bitmeyecek olan o aşkın beni düşüreceği hallerden korkuyorum. Artık tek başına bir ben olmayışımdan, hayatımın asla koparıp atamayacağım parçasıyla yaşamaktan, o parçayı bir süre sonra kontrol edemeyecek olmaktan…
Sorular burada başlıyor. Dünyaya bir çocuk getirmek ne demek?
İlk yıllarda beslemek, temel ihtiyaçlarını karşılamak hemen her annenin üstesinden gelebileceği bir iş gibi görünüyor. Ama ya sonrasında yetememek, çıkmazları karşısında çaresiz kalmak, hataları karşısında ıstıraba boğulmak, yıpranmak ve artık elinden tuttuğunda her defasında ayağa kaldıramamak… Haksızlık biliyorum ama ruhumun gizli yerlerinden bir ses “bana benzesin, benim gibi düşünsün, benim doğrularım onun da doğruları olsun, hatta dur! benim hatalarımı yapmasın, düşmesin, incinmesin, hep gülsün” diyor.
Not defterimden bir yazıyı daha hatırlıyorum, Halil Cibran imdadıma yetişiyor sanki…
çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
çünkü ruhları yarındadır,
siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
çünkü ruhları yarındadır,
siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Okumak, düşüncelere katılmak başka, uygulamaya geçirmek bambaşka. O yüzden gelecek kendi açımdan da korkutuyor beni. Ben çocuğuma kendi yolunu izlerken eşlik edebilecek miyim? Onun ayrı bir ruhu olduğunu her zaman hatırlayabilecek miyim? Galiba sınav burada başlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder