ANNELER ŞÜKRETMEYİ UNUTTUĞUNDA | |
Anneliğin zor zanaat olduğunu biliyordu Filiz Hanım ama Can gibi afacan bir çocuğa annelik yapmak çok daha meşakkatliydi. Sabah uyanır uyanmaz parka gidelim diye tutturur muydu başka çocuklar? Her kahvaltı sofrasını savaş alanına çevirip, kavga gürültü mü kalkmalıydılar masadan sanki?
Can da diğer müreffeh çocuklar gibi, onca nimetin içinde doğru düzgün bir şey yemeden geçiriyordu tüm gününü. Peki iş yaramazlık yapmaya gelince nereden buluyordu bunca enerjiyi? Filiz Hanımın bir yanı hak veriyordu oğluna. Ne yapsın tüm gün beton duvarların içinde? Elbette canı toprakla oynamak, temiz havayı solumak isteyecekti. Annelik buydu zaten, kendi istemediği bir şeyi sırf çocuğu mutlu olsun diye yapabilmek. O yüzden üstünü giyerken bile problem çıkartan Can’ı hazırlayıp parkın yolunu tuttu Filiz Hanım.
Parka adım atar atmaz annesinin elini bırakıp kaçan Can kumla, çamurla, toz toprakla bir güzel kirlenmeye başladı. Başka çocukları itip kaktı, kendi de arada birkaç tekme yedi, ağladı güldü, bütün enerjisini boşalttı. Filiz Hanım olanı biteni oturduğu banktan izliyordu. Aklından geçen düşüncelerin ağırlığından ve karamsarlığından olsa gerek, yüzü solgundu. Her çocuk bir ömür törpüsüydü, anneye eziyetten başka bir şey değildi. Gönlünce yapabildiği ne kalmıştı ki? Yemeğini bile iştahla yiyemez olmuştu, alışverişe çıkamıyor, komşusuna gidemiyor, televizyon izleyemiyor, canı istediğinde dinlenemiyordu bile. “Çocuğun varsa derdin var” diye iç çekti çocuktan önceki özgür halini düşünerek.
Şefkatli bir anne sesi çekip çıkardı onu bu soluk düşüncelerden. Yan bankta oturan Cemile Hanım, bebek arabasındaki oğluna nasıl da merhametle yediriyordu yemeğini. Peki, altı-yedi yaşlarındaki bu çocuk neden bebek arabasındaydı ki? Hala kendisi yiyemediği gibi, yedikleri de ağzından dökülüyordu. Filiz Hanım dakikalarca izledi bu sahneyi. Geçen zaman boyunca konuşan hep anneydi, çocuk niye hiç cevap vermiyordu? Ne kolunu oynatabilmişti, ne de başını. Bakışlarındaki donukluk Filiz Hanımın içine işledi.
Cemile Hanımın oğlunun engelli bir çocuk olduğunu anladığında dünyası alt üst oldu.
O an Cemile Hanım oluverdi Filiz Hanım. Kendi oğlundan kat kat ağır bu çocuğu giydirmeyi, yıkamayı ve uyutmayı hayal etti. Hastane kapılarında sabahladığı endişeli, üzüntülü ve yorgun günler gelip geçti gözünün önünden. Cümleler kurup karşılığında tek bir kelime alamayışının, “anne” sözünü hiç işitemeyişinin hüznü kapladı ruhunu. Üç yaşındaki oğlunun onca yaramazlığına karşın, yürümeyen, kıpırdayamayan ve hiç gülemeyen bu çocuk öylesine burktu ki içini. Daha düne kadar Can okula başladığında başına gelecekleri düşünüp sıkıntı ederken, Cemile Hanımın okul bahçesinde hiçbir zaman bekleyemeyeceğinin ne demek olduğunu anladı.
Vazgeçti Cemile Hanım olmaktan. Zira biliyordu herkes Cemile Hanım olamazdı. Allah Cemile gibi kullarını özenle seçer, onları cennete giden yoldan o çaresiz yavrularıyla birlikte geçirmek isterdi. Hamurları sabırla ve şefkatle yoğrulmuş bu kullar, kendilerine bahşedilen bu değerli emanete isyan etmeden tüm varlıklarıyla sahip çıktıklarında Rableri onları melekleriyle karşılayacaktı bahçelerinde.
Kendine döndü Filiz Hanım. Ne kadar az şükrettiğini anlaması için Cemile Hanım ve oğlunu görmesi gerekiyormuş meğer. Bunca şikayetin neticesinde kendini yıpratmaktan başka ne geçiyordu eline? Allah’ın kendisine bahşettiği oğlunu bir yük olarak görmüştü demek. Oysa her çocuk, kutsal birer emanetti.
Her şeyi anlamıştı anlamasına ama şeytanın kendisine ve diğer tüm annelere çocuklarının her sıkıntılarında saçma sapan şeyler fısıldayacağını biliyordu.
Ne mutlu şeytan her fısıldadığında Cemile Hanım gibi anneleri ve onların melek çocuklarını gözünün önüne getirip, şükretmenin faziletini hatırlayabilenlere…
Sare Şanlı
|
Bu blog www.kadınhaberleri.net ve www.on5yirmi5.com adlı sitelerde yayınlanmış yazılarımdan oluşmaktadır.
12 Kasım 2012 Pazartesi
ANNELER ŞÜKRETMEYİ UNUTTUĞUNDA
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder