Beyaz Adamın Üstünlüğü
Şu meşhur emperyalizm şiirini bilirsiniz,
Beyaz adamın yükünü omuzla
Yetiştirdiklerinin en iyilerini yolla
Sürgün kaderin olsun oğulların için
Senin tutsaklarına hizmet için;
Ağır işlerin başında bekle
Telaşlı ve vahşi halklar üzerinde
Yeni ele geçirdiği ve suratı asık
Yarı şeytan yarı çocuk.
O dönemde fiili sömürgeciliği meşrulaştırmak için, fedakâr (!) beyaz adamın yüklendiği ağır yük ve onun uğraşmak zorunda kaldığı yarı şeytan yarı çocuk halklar böyle tasvir edilmişti. Şiirin müellifi Rudyard Kipling bu fikirlerinden ötürü Nobel ödülüne layık görülmüştü.
Fiili sömürgeciliğin bittiğini söylemek mümkün mü? Beyaz adam hala canının istediği coğrafyada çatışma çıkarıp, milyonlarca insanı köleleştirmeye, yeryüzünün kaynaklarını sömürmeye aynı iştahla devam ediyor. Bu sömürgeciliğin altında yatan neden hiç tartışmasız beyaz adamın yüzyıllardır sürdürdüğü ırkçılıktır. Irkçılık yalnızca form değişmiştir, bir tür kültürel ırkçılığa dönüşmüştür. Bu kültürel ırkçılıkta beyaz adamın diğer ırklara üstünlüğünden ziyade “Avrupa ve Amerika kültürlerinin” tüm diğer kültürlere olan üstünlüğü vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Amerika ve Avrupa yapımlarından “biz üstünüz, biz en doğruyuz” kokusunu almaya alışmadık mı sizce de? Bu kafa yapısına ait belgesellerde bir şey sizin de dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Amerika’nın ve Avrupa’nın dışında bir yerlerde yaşayan insanların hayatları belgesel konusu yapılırken, bu farklı insanlar alabildiğine ötekileştirilerek verilir. Garip adetler, ilkel uygulamalar, çağa uymayan yaşam biçimi ve giyim kuşam hep aşağılama duygusu uyandıracak şekilde sunulur. Bu egzotik ve mistik ülkelerin insanları çağdaş insandan ne kadar da uzaktır! Sanki toplumca geri kalmışlıklarının sebebi ırklarının yeterince gelişmemiş olmasından kaynaklanır.
Diziler ve filmlerde de durum farklı değildir. Dünyanın geri kalanına uzaylı muamelesi yapılır adeta. Buna karşın en üstün en ileri hayat ancak Amerika ve Avrupa’da yaşanandır. Beyaz adamın yaptığı her şey iyidir. Onun konuştuğu dil, onun yaşadığı yer, giyim kuşamı, yaşam biçimi, beslenme alışkanlıkları, zevkleri, tarzları… Diğerlerinin konuştuğu dil garip, yaşantı garip, hatta tenlerinin rengi, saçlarının biçimi garip! Zaten az rastlanan siyah, Uzakdoğulu yada Ortadoğulu kahraman kolay kolay iyi tasvir edilmez. Beyaz kahraman dünyanın bir başka yerine gittiyse bu talihsiz anlar ustalıkla “beyaz adamın vatanının cennet olduğunu” doğrulamak için verilir.
Basketbol maçlarında kazanmamış olsalar dahi Amerikalı oyuncuların aile hayatlarını, evlerini, bahçelerini, köpeklerini de seyrederiz. Şampiyon bir Çinlinin yahut İranlının adını dahi duymak nasip olmaz. Irak’ta savaşan Amerikalı askerlerin fedakârlığını ve sempatikliğini gösteren kareleri unutabilir misiniz?
Dünyanın geri kalanıyla ilgili sunulan haberlerde olumlu bir bakış açısına rastlamak ne kadar da zordur. Hep sorunlar taşınır beyaz cama. Suçlar, ölümler, geri kalmışlığın göstergesi olan eksiklikler, isyanlar, savaşlar… Oysa beyaz dünya hep göz alıcıdır, herkesin yaşamak isteyeceği gibi… Olimpiyatlar, konserler, konferanslar, modern yapılar, adalet, özgürlük, hoşgörü, insanca yaşam hep beyaz dünyadadır.
Kısacası beyaz adamın iyi adam ve Batı kültürünün en ideal kültür olduğunu görmek için kumandanın herhangi bir düğmesine basmak yeterlidir. Mesut Karaşahan’ın da belirttiği gibi bu Avrupa ve Amerika kaynaklı ırkçılık; sömürgeciliğin, emperyalizmin, soykırım hareketlerinin, kapitalizmin, liberal ekonomik modellerin ve nihayet aşırı tüketim, israf ve konfora dayalı modern Batılı hayat tarzının ideolojisidir.
Beyaz adamın siyasi ve ekonomik tahakkümünden kurtulmak ne kadar zorsa, kültürel tahakkümünden kurtulmak da bir o kadar meşakkatli olacak. Acaba insanlık kendi kültürel ve ahlaki değerlerine tutunarak bu tahakkümün etkisinden biraz olsun kurtulabilir mi? Ve insanlık gerçek dünyanın hiç de yansıtıldığı gibi olmadığını tüm dünyaya gösterebilecek yürekli aydınlar, düşünürler, sanatçılar, yapımcılar ve yönetmenler yetiştirebilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder